Faizin nassı nassın faizi!

"Nasıl başlık böyle!" diyeceksiniz. "Faizin nassı anlaşılır ama ''nassın faizi'' ne demek oluyor?!" Faiz meselesinde kafalar karışık. Ben de böyle bir başlık buldum!

Ünlü ilâhiyatçımız Prof. Dr. Abdulkadir Şener, fıkıh alanında söz sahibi. İslâmda faiz meselesini sordum. Sorumu ve hocamızın cevabını aynen veriyorum:

"Hocam, herkes faiz meselesini tartışıyor. İslâmda faiz meselesi çok karışık. Makalelere bakıyorum, anlaşılır gibi değil. Osmanlı, para vakıfları kurmuş. Neticede para üzerinden para kazanmanın önü alınamıyor. Öyle olunca, faiz ayetlerini nasıl tefsir etmek gerekir? Bir açıklamanız olursa, okuyucuları sevindirirsiniz."

Hocamızın cevabı:

"Faiz konusu belirttiğiniz gibi karmaşık bir sorun. Ben de burada kısaca değineyim.

Kur''ân-ı Kerîm''de Bakara suresinin 275-281. âyetlerinde geçen ribâ (tefecilik) haram kılınmıştır. Âl-i İmrân suresinin 130. âyetinde de ''Kat kat ribâ yemeyin (tefecilik yapmayın)'' buyrulmuştur. Hz. Peygamber de Veda Haccı''nda Müslümanlara yaptığı konuşmada, İslâm öncesi Arap toplumundaki kat kat ribâ yemeyi (tefeciliği) yasakladığını açıkça ifade etmiştir. İslâm öncesi Araplarda (cahiliye döneminde) uygulanan ribâ, tam bir tefecilikti. Alınan borç paranın ödeme süresi ve faizi borç veren tarafından belirleniyor, vadesi gelince borcunu ödeyemeyen kişi, ''Vadeyi uzat ribâyı artır.'' diyordu. Bu işlem defalarca tekrarlanıyor ve borçlu, iyice perişan oluyordu. Eski İsrail hukukunda ise borcunu ödeyemeyen kişi, alacaklının kölesi oluyordu.

Fıkıh''ta, ''faiz'' sözcüğü Arapça olduğu hâlde, geçmez. Anlam bakımından ribâ gibi artma, çoğalma demektir. ''Feyiz'' kökünden gelir, son harfi Arap alfabesindeki ''dad'' harfidir. Türkler ve kısmen Iraklılar bu harfi kalın ''z'' sesiyle telaffuz ederler. Mısır gibi kimi Arap ülkelerinde bankanın alıp verdiği faize ''faide'' (fayda, getiri), bazılarında da kredi faizine ''masraf'' denilmektedir.

Osmanlı Türkçesinde ''ribâ'' yerine ''ribih'', faize vermeye ''istirbah'', ''murabaha'' ve bazı vakıf senetlerinde de ''faiz'' terimleri kullanılmıştır. Ekonomik nedenlerle ''riba''yı şeklen meşrulaştırmak için ''hile-i şer''iyye''ye başvurulmuş; hatta İbni Kemal (Kemalpaşazade)''in ''hile-i şer''iyye'' veya aynı anlamda kullanılan ''muamele-i şer''iyye'' şer''î değil diyen kâfir olur, katli vaciptir, dediği rivayet edilir. Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi''nin, para vakıflarının caiz olduğuna ve bu paraların belli oranlarda ribih karşılığında işletmeye verilebileceğine dair fetvası meşhurdur. Daha sonraları parasını çalıştırmaya gücü yetmeyen yaşlıların ve yetimlerin paralarının da %25''e kadar faizle güvenilir tüccara verilerek işletilmesine dair fetva verilmiştir.

Rahmetli Halil İnalcık Hoca, bu konuda çıkarılan fermanların bir kısmını Adâletnâmeler adıyla yayımlamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti''nin ekonomik düzeni eski hukukumuza göre değil; yürürlükte olan yasa ve mevzuata dayalı olduğu için faiz konusunu bu çerçevede ele almak gerekir, diye düşünüyorum. ( A. Şener )

NOT: Faiz işlemi için kullanılan hile-i şer''iyye örneklerinden biri şöyle:

İstanbul''da Ziraat Bankası''ndan bir kişi kredi istediği zaman, sözgelimi 100 lira verilecekse gişede bağlı duran Şeyhulislâm Çatalcalı Ali Efendi''nin "Fetâvâ-yı Ali Efendi" adlı kitabı 5 liraya satın alacaksın, deniliyor. Müşteri de tamam alırım, diyor. Adama 100 liralık senet imzalatıyorlar, eline 95 lira veriyorlar. Adam kitaba dokunuyor ve ben bu kitabı bankaya bağışlıyorum, deyip gidiyor. Aynı kitap, böylece kim bilir günde kaç defa satılıyor kaç defa bağışlanıyor.

Bu örneği nakleden İstanbul Darulfünun müderrislerinden merhum İzmirli İsmail Hakkı, "Böyle dolambaçlı yola ne gerek var? adam gibi bir tarifeye göre işlemini yap, bunun ''cahiliye ribâsı''yla ne alakası var?" diyor. (Bkz.: İzmirli İ. Hakkı, Usûl-i Fıkıh Dersleri)"

Sanırım, faiz meselesi yeteri kadar anlaşılmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları