Evliya Çelebi için ne yaptık?

Bu yıl Evliya Çelebi Yılı...
Evliya, 25 Mart 1611 günü İstanbul’da doğmuş, tahminen 1685’te ölmüştür. Ancak nerede, nasıl öldüğüne dair bir kayıt yoktur.
“Evliya” adı pek işitilmiş değildir. Yoksa sonra kendisi mi böyle bir adı tercih etti? Kim bilir, kendisinden keramet sudûr ettiğini sananlar “evliya gibi” deyince bu adı benimsemiş ve kullanmış, asıl adı unutulmuştur. Evliyâ, velî’nin çokluğudur. “Velî, “ermiş, keramet sahibi” demektir. Türkçede “evliya” teklik anlamda kullanılır.
Çelebi ise bir unvandır. Okumuş, yazmış, cemiyette bir yeri olan insanlara denirdi.
Evliya Çelebi, soyunun Ahmed-i Yesevî’ye kadar uzandığını özellikle belirtmesi, Yesevî’nin, Türk dünyasında nasıl bir yer tuttuğunu da gösterir.
Türk Dil Kurumu Başkanı Şükrü Halûk Akalın “Seyyâh-ı Âlem Evliya Çelebi” (2011) kitabında, Evliya Çelebi’nin soyunu anlatırken kendisinden geriye doğru gidişini sıralar: “... soyunu Türk-i Türkân Hoca Ahmed Yesevî’ye, oradan Muhammed Hanefî’ye, İmam Zeynelabidin, İmam Hüseyin, İmam Ali ve Fatümetüzzehra’dan da ‘bizzat cedd-i ızamımız’ diye andığı Hz. Muhammed’e bağlar.”
“Türk-i Türkân”a takıldınız siz.. Türklerin Türk’ü... Hz. Türkistan!
Evliya’nın soyu Türklerin Türk’ünden en büyük ata Hz. Muhammed’e kadar silsile takip ediyor.

***


Evliya Çelebi’yi biz bir seyyah biliyoruz; gezmiş yazmış.
Ama öyle bir yazmış ki, sizi sarıyor; sıcak, merak uyandıran, bitmesin dediğiniz bir üslûpla gezdiği yerlerin yüreğini ortaya döküyor.
Bu muhtevada ve bu üslûpta ikinci bir eser yoktur.
Evliya Çelebi bir edebiyatçıdır önce, sonra bir tarihçi, sonra bir sosyolog, folklorcu... Eserinde her şeyi buluyorsunuz. Yalnız kırk ambar değil; her şey bir plan, bir düzen içinde kaleme dökülmüştür.
Tarih yazarıdır ama o bir vak’anüvis değildir; vak’anüvisler saray tarihçileridir; padişahın hilâfına bir şey yazamazlar. Evliya Çelebi ise, Prof. Dr. Akalın’ın da işaret ettiği gibi, halkın görüşlerini vermiştir. Devlete, hâliyle padişaha başkaldırmış kişilerin ve ahalinin ruhî durumlarını ondan okuyoruz.
Biz eskileri sakallı tahayyül etmeye alıştırılmışızdır. Birçok yerde Evliya da sakallı tasvir edilmiştir. Hâlbuki o bizzat kendisinin tıraşlı gezdiğini yazar.
Evliya Çelebi o kadar hünerli ki, birçok sanatı icra etmiştir. Önce hâfızdır; babası sarayın kuyumcubaşısıdır; ondan yazı yazmayı, resim, şekil çizmeyi, taş oymayı öğrenmiştir. Sesi çok güzeldir ve musikişinastır.
Evliya Çelebi, çağında ulaşabileceği hemen bütün kaynaklara ulaşmış ve eserini kaynaklardan da faydalanarak yazmıştır. Faydalandığı kaynaklar arasında Tarih-i Taberî, Kanunnâme, Fütüvvetnâme, Tezkiretü’l-Bünyân’ı sayabiliriz.

***

Evliya Çelebi gerçekten bir ömür adam!
Seyahatnâme, anekdotlar hazinesi.
İstanbul esnaf loncalarıyla ilgili bir bölümünde, IV. Murad’ın önünden geçen esnafın bağırış çağırışlarını, şakalaşmalarını nakleder. İşkembeciler esnafının “Vere bizim mahmur beşeye, vere Asan beşeye, ala iki akça Ahmet beşeden” diye bağırıp geçerken eşeklerinin de sahiplerine nazire edercesine segâh makamında anırdıklarını anlatmıştır.
Evliya Çelebi’nin eseri didik didik edilmeli, her bir konu ayrı ayrı işlenmelidir.
Yapılmıyor mu? Yapılıyor ama tam bir ilmî yayından bahsedebilir miyiz?
Merhum Yücel Dağlı ve Seyyit Ali Kahraman’ın Yapı Kredi Yayınları arasından çıkan ciltleri eldekilerin en iyisi.

***


Geçen gün yanılmıyorsam TRTTürk’te, TTK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın’ı gördüm.
Viyana kapılarındaydı!
Zevkle dinledim. Tek bölüm müydü başı ve devamı var mıydı, bilmiyorum.
Evliya’ya yakışır üslûpla Evliya’nın gezip yazdığı mekânları, bizzat ondan aldığı anekdotlarla bezeyerek anlatmıştır.
TRT, bu işe el atmalıydı. Ne kadar uzarsa uzasın, Evliya’nın gezdiği gördüğü her yer filme alınmalı, belgelenmeli. Halûk Akalın, gerçekten değme tiyatrocuya taş çıkartacak ton ve mimikle Evliya’nın hakkını vermiştir. Devamı gelir inşallah.

Yazarın Diğer Yazıları