Esnaf gebermek istiyor!
Sayfalar dolusu yazılar yazsak, raporlar hazırlasak, bazen halkın bir cümlesi kadar mevcut ekonomik durumu özetlememiz mümkün olmaz. Bunun tipik örneklerinden birisi geçen gün Denizli'de karşımıza çıktı. Biliyorsunuz, Denizli Valisi Ali Fuat Atik şehirde esnaf gezisine çıkar, bir dönerci esnafının yanına gider ama esnaf pek ilgilenmez, vali bey kızar ve dükkânın kapatılması emrini verir. Daha sonra hemen yanındaki esnafa yönelir ve maske takmadığını görür, neden maske takmadığını sorunca aldığı cevap işte şu an ki durumu çok iyi özetler: 'Gebermek istiyorum!'
Esnaf sözlerine şöyle devam eder, 'Canıma yetti. Piyasanın haline bak. Salı günü 15 lirayla kapattık, Çarşamba günü 100 lira. 100 liranın hepsi kar olsa ne olur?'
Peki bu cümlelere nasıl geldik? Türk ekonomisinin gireceği krizin ilk sinyali 2013 yılında verilmişti. Amerika 2008 krizini atlatmak için 4 trilyon dolar para basmış, bu paranın bir kısmı Türkiye'ye girince ekonomide sahte bir cennet yaşanmıştı. Ancak 2013 sonrası Amerika bastığı parayı geri çekmeye başlayınca, Türkiye'de de kur yukarı gitmeye başlamıştı. Kurlar yukarı gidince de dış girdiye bağlı Türk ekonomisinde maliyet artışları enflasyon yaratmış, bu da yaşadığımız durgunluğu, krizi doğurmuştu.
Ayrıca gelen ucuz kredilerin sadece betona gömülerek, ülkenin üretimden kopartılması, sanayileşme yerine tüccarlaşmanın öne çıkarılması, tarımda yerli modelin bırakılıp ucuz dolarla ithalata yönelmek, borçlanmanın bir meziyet haline getirilmesi ekonomiyi büyük çıkmaza sokmuştu.
'Brunson Şoku' ile kurların ani yükselmesi, 'Pandemi' ile üretimin ve talebin düşmesi de gizlenen bu krizin üstündeki perdeyi kaldırarak sorunu tüm çıplaklığı ile ortaya koydu.
Türkiye'nin yaşadığı sıkıntılar sadece bunlar değil. Birçok iktisatçının çok fazla dile getirmediği önemli bir kriz konusu da 'Gelir Dağılımı' bozukluğudur.
Aslında ekonominin yarattığı muazzam bir hasıla varken oluşturulan bu gelir topluma eşit bir şekilde dağıtılmadı. Yandaş holdingler, şirketler, sivil toplum kuruluşları ve şahıslara büyük paylar verildi. Bu durum geniş halk kitlelerinin alım gücünü düşürerek 'artan kur bağlantılı durgunlukta' ekonominin ivmesinin çok daha hızla azalmasına neden oldu. Yani iktidar aslında kendi ayağına sıktı.
Hatırlar mısınız, 2001 yılında rahmetli Bülent Ecevit'in önüne Başbakanlık Binası önünde yazar kasa fırlatan bir esnaf vardı? Rakamlar gösteriyor ki, bugün esnafın yaşadığı durum 2001 krizinden daha derindir. Bunun da yukarıda söz ettiğimiz gibi özet nedenleri şunlardır:
1.Artan kura bağlı kriz enflasyonla halkın alım gücünü düşürmüş, bu da esnafın işlerini kesmiştir.
2.Pandemi, 'ağırlığı beton olan' düşük teknolojili mallar üreten ekonomiyi hazırlıksız yakalamıştır. Üretim ve tüketim düşmüş, işsizlik patlamış, halkın alım gücü gerilemiş, bu da esnafı tekrar vurmuştur.
3.Milli hasılanın çoğunu belli bir azınlığın tekeline koyan 'bozuk gelir dağılımı' halkı fakir kılmıştır. Bu fakirlik de esnafa üçüncü bir tokat olmuştur.
Peki Türk halkının fakirlik sorunu nasıl çözülecektir? Esnaf 'Gebermek zorunda mıdır?' Elbette ki esnaf onuruyla çalışmayı, kazanmayı, büyümeyi hak etmektedir. Türk halkı yardımlara, askıdaki ekmeklere, verilecek makarna paketlerine değil, işe ve adil gelir dağılımına ihtiyaç duymaktadır.
Sokaklarda bu istekler artık daha yüksek seslerle dile getirilmektedir. Bu sesleri duymamakta ısrar edenler, 2023'de sandıkta halkın seçimlerde vereceği demokratik kararla uykularından uyanacaklardır.