Esad'dan Esed'e nasıl dönülür?
"Esed"den "Esad"a geçişte kastedilen belli... Beşşâr''dan bahsedilirken "Esad" denirdi. R. T. Erdoğan "Esed" deyip alabildiğine yüklenince, taraflar ayrıştı. "Esedçiler" Beşşâr''a tavrını kesin koydular. "Esad" diyenler, taraf olduklarından "Esad" demediler, alışkanlıklarını sürdürdüler.
"İster "esad" kastedilerek yazılsın, ister "Esed". Bizde ses farkı yok; "Esad" biliriz.
"Esed" (elif-sin-dal) "arslan" demek... "Esedullah" kim? Hz. Ali. "Allah''ın arslanı".
"Esad" (Elif-sin-ayın (ayn)-dal) ise farklı: "Çok mutlu", "en saadetli" anlamına gelir.
Yeri değil ama yazacağım... Eski imam hatiplilerde, "intikam" hissi alev alevdir. Haksız da değiller; ancak, "mesuliyet" yüklenmiş bir insanın düşmanlığı sadece düşman doğurur; karşısındakini biler, keskinleştirir. Bilenen, keskinleşen insan, geçmişin imam hatiplileri gibi, "intikam" saati elbette bana da gelecek der ve sabırla bekler.
R. T. Erdoğan''ın yüreğinin derinliklerine gömdüğü "intikam" hissi yer yer uç verir; imam hatipliliğini mutlaka hatırlatmak ister. Daha önce bahsettiğim gibi, hemzelerde ve ayınlarda azamî dikkat gösterir. Hemzeyi hafif, ayını fazla çatlatır. Dikkat edin "mesele"de ikinci heceye geçerken çok hafif duraksar, sesini farklılaştırır. Bizde tamlamalarda ekler sesli ise araya kaynaştırma sesleri girer. Ama R. T. Erdoğan, ben bu işi bilirim havasında "camisi" demez, muhakkak "camii" der. Çünkü son sesten önce ayın vardır. İki "i" yan yana söylenmesi, bizde ayın sesinin olmamasından, dolayısıyla ayını karşılayacak harf kullanılmamasındandır. Öyle olunca eklerde araya başka ses girer, karşılığında o sesin harfi yazılır: "Camisi". Reis Beyimiz "a"yı da, Arapçasında elif olduğu için, belli belirsiz uzatır. (Sık kullanılan cami, cemaat, cuma... Hepsi aynı kökten kelimeler.)
Türkçede kastedilen kelime ne olursa olsun "Esed" yok. "Esad" bizde sık kullanılan bir isim. Onun için "Esed" diyerek, bilmişlik -"taslamak" demeyeyim ayıp olur- göstermenin bir mantığı yok.
Bu meseleye daha önce de girdim.
R. T. Erdoğan, hakikaten, özellikle dış siyasette Türkiye''ye büyük zarar verdi. Yerini bilmeden konuştu. İtidalli olmadı, politik davranmadı. Büyükelçi tayinlerine bakın... Hiç tecrübesi olmayan insanları benim adamım diyerek büyükelçi yaptı. Olacak şey değil!
Beşşâr''a söylemediğini bırakmadı. Devirmekten, Şam''a girmekten bahsetti. Şimdi ise "Görüşürüz." demeye gelen sözler ediyor. Baştan da "Görüşürüz." diyecekti, yine kendi hesabını yapacaktı. Birbirlerine diş gıcırdatan Biden''la, Putin son kertede saatlerce telefonda konuşmadılar mı?!
Mesele Beşşâr Esad değil. Mesele onu itekleyenler.
2 Ağustos 2012''de çıkan "Esad bizi de götürür mü?" başlıklı yazımı şu cümleyle bağlıyorum:
"Türkiye''nin İsrail''le arası şeker renk; yakında başımıza bambaşka çoraplar örülürse şaşmayalım. Diktatör gitsin derken bizi götürmesinler sonra!"
"Diktatör" derken, yazımda Beşşâr üzerinde duruyorum
Davos''ta 29 Ocak 2009''da "van minit" çekmişiz. 31 Mayıs 2010''da, İsraillilerin akılsızca saldırısıyla Marmara gemisinde 10 şehit vermişiz. Neredeyse savaş çıkaracağız.
Dikkat edin... Gülen Cemaati 2013''te düğmeye basıyor. İktidarın bütün açıklarını, artık ne zamandan beri not ediyorsa, bütün delilleriyle bir bir açığa çıkarıyor. 17/25 Aralık 2013''ü hatırlayın.
Ve... Darbe teşebbüsü: 15 Temmuz 2016.
Sonrası ekonomik bataklığa sürükleniyoruz.
"Diktatör gitsin derken bizi götürmesinler sonra!" demiştim ya... Görün işte... (Daha yazacağız.)