Ermenilere de vatandaşlık verilsin!
Lübnan'da limanda depolanmış patlayıcı madde havaya uçtu ve 200'e yakın insan hayatını kaybetti. Lübnan önce de karışıktı, şimdi de karışık. Nereye varır bilemiyoruz.
Patlamanın hemen ardından Fransa Cumhurbaşkanı Macron Beyrut'a gitti. Eski müstevlî,"Biz gelmezsek Türkler gelir, Suudî Arabistan gelir, İran gelir." mealinde konuştu. Ardından biz, Beyrut'a, yardım ekipleri yanında Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı'yla çıkartma yaptık. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Beyrut'ta şaşırtıcı sözler etti, "Ben Türk'üm, Türkmen'im diyen soydaşlarımıza vatandaşlık vereceğiz. Bu, Cumhurbaşkanımızın bizlere talimatıdır." dedi.
Sonra "Lübnan'da Türkler mi var?" sorusuyla karşılaştık. Biz, var olduğunu biliyorduk. Bilmeyenler için yazdık.
Lübnan'da iki türlü Türk var. Ön Asya'ya göç başlayınca Lübnan sahasına yerleşen Türkler ve sonra çeşitli sebeplerle Anadolu'dan Lübnan'a göçmüş, hangi etnisiteden olursa olsun "Türk'üm." diyenler.
Mevlut Çavuşoğlu sanırım "Türk" ve "Türkmen" vurgusunu bunun için yaptı. Anadolu'nun güney sınırının ötesinde, Irak ve Suriye'de yerleşik Türkler "Türkmen" diye anılıyor. Özellikle bu ülkelerin idareleri Türkiye'nin bir parçası olarak düşünülmemesi hesabıyla "Türkmen" denilmesinde ısrar etmişler ve o yörenin Türkleri de varlıklarını göstermek için "Dediğiniz olsun! İsterseniz Türkmen deyin." demişlerdir! Dolayısıyla, Lübnan'da yerleşik Türk unsuru "Türkmen" diye anılagelmiştir.
Lübnan'a dair yazımızın ardından bir mektup geldi. Geçmişte Beyrut Büyükelçiliğimizde vazifeli E.A. (ismi bende), yerleşik Türklerle ilgili hatırasını nakletti;
"Arslan Bey... yazınızdan sonra Lübnan'daki Türklerden ben de bahsetmek isterim. 1990 yılında Beyrut Büyükelçiliğinde görevliydim. (Lübnan'daki Ermenilerin tamamına yakınının tehcirden 85 yıl sonra da Türkçe konuştuğunu belirtmek isterim. Demek ki evlerinde Türkçe konuşuluyor. Pazarlarda Araplara Türkçe küfrediyorlardı.) Lübnan'da yaşanan çatışmalar nedeniyle Büyükelçiliği şimdiki Cumhurbaşkanı Mişel Aun'un komutasındaki askerler de koruyordu. Bir askerin Türk olduğunu ve Türkçe konuştuğunu öğrendik. Asker, Trablus'un Gökçeli köyündenmiş. Önceden Türk büyükelçisini davet etmiş ama B.E. gitmemiş. Konuyu bana da açtı ve ben de B.E.yi ikna ettim. 1990 Ocak ayında köye gittik. Köy, Suriye sınırına komşu. Köye girerken bizi havaya atış yaparak, araçlarımıza pirinç serperek ve 70-80 yaşında bir kadın elinde bastonla oyun oynayarak karşıladılar. Köyde ikramlarda bulundular. Tarlalarını Araplara satmadıklarını, Türkiye'den gelen soğuk rüzgârları bile hasretle içlerine çektiklerini belirtmişlerdi. Köylü gençler, uğurlamada silahlı olarak bizi Trablus'a kadar yolcu etmişlerdi. Türklere her yerde sahip çıkmak ama bulundukları ortamları güçlendirerek ve yerinde kalacak tedbirler alarak yapılmalıdır. Selamlar." E.A.
Benim düşüncem de öyle. Yerli yerinde kalsın ama bizim insanımız oldukları hatırdan çıkarılmasın. Her türlü destek verilsin.
E.A., Lübnan'daki Ermenilerden de bahsetti. Bu Ermeniler Türklerin bütün hususiyetlerine sahipler. Dinleri farklı.
Anadolu'dan göçürülmüş büyüklerinden vatan hasretini tevarüs etmiş Ermeniler için de -nerede varsa- vatandaşlık düşünülebilir mi? Ne getirip ne götüreceğini enine boyuna tahlil edelim.
(Not: M. Çavuşoğlu'nun vatandaşlık sözü, bazı üçkâğıtçıları harekete geçirmiş. Vatandaşlık bekleyen dış Türklerin kapılarını çalıyorlarmış. Önce Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu Başkanlığı'ndan, Türkmeneli Dernekler Federasyonu Başkanlığı'ndan ve diğer derneklerden bilgi alınmalıdır.)