Erdoğan'ın çizdiği Alevî-Bektaşî çerçevesi
R. T. Erdoğan''ın Hacı Bektaş-ı Velî''yi anma toplantısına katılması bir tarafa, toplantıda yaptığı konuşmada çizdiği çerçeve önemli. O çerçeveyi vereceğim, sonra müşahhas örneklere geçeceğim. Nedir bu müşahhas örnekler? Bilenlerin yazdıkları ve görerek, konuşarak öğrendiklerim.
Beyinde çerçevesi çizilenden değil; bizzat yaşananlardan hareket edeceğiz.
Recep T. Erdoğan neyi vurgulamıştı?
"Hiç şüphesiz Hacı Bektaş Veli, Taif''te kendisini taşlayanlara, ''Yarabbi, bunlara merhametinle muamele et, çünkü bunlar bilmiyorlar, ola ki soylarından hak yolu bulacak insanlar gelir'' diyen Hazreti Peygamber Aleyhissalatu vesselamın varisi olarak tayin ettiği âlimlerimizdendi. Yine hiç şüphesiz Hazreti Hünkâr, Sıffin''de Cemel Vakası sırasında kendisine kılıç çekenlerin, daha sonra cenaze namazlarını kıldırıp onlar için dua eden Hazreti Ali Radıyallahu Anh''in yolundan gidenlerdendi. / Hacı Bektaş Veli Hazretleri''nin irfanına talip olmak öyle kolay değildir. Her şeyden önce, Peygamber Efendimizin, insanların Hazreti Âdem ve Hazreti Havva''dan beri soy üzere olduğu gibi din üzere de kardeş oldukları öğüdüne uygun şekilde birliğimize sarılmak ve ayrılıktan uzak durmak mecburiyetindeyiz."
R. T. Erdoğan''ın çizdiği bu çerçeve, bizi Sünnî İslâma götürür. Öyleyse neden Alevîlik vardır, neden Bektaşîlik vardır?
Ben de merak ettim ve geçmişte, bizzat Alevîlere, Bektaşîlere giderek anlamak istedim.
Mimar Hikmet''in, cumhuriyetin ilk yıllarında Hacıbektaş''ta karşılaştıklarını hatırlatacağım.
Soyadı kanunundan önce "Mimar Hikmet" imzasını kullanan Hikmet Koyunoğlu (1888-1982), Ankara''daki Etnoğrafya Müzesi''nin ve eski Türk Ocağı binasının mimarıdır. Türk Yurdu dergisinde yazmıştır. Konuları ağırlıklı olarak mimarlığa dairdir. "Bektaşîlik ve Son Bektaşîler" makalesinde, Hacıbektaş''ta gördüklerini, işittiklerini aktarmıştır.
Hikmet Koyunoğlu''nun yazdıkları müşahhas örneklerdir. Ona geleceğim. Bizim "Alevîler ve Bektaşîler Arasında" kitabımızda, ilk cemevine gidişimi, Alevî dedesiyle görüşmemi vermiş ve "Dede ''Alevîyim'' diyen ateistlere çok kızıyordu" başlığı altında şunları yazmıştım:
"Küçüklüğümüzden beri Alevîler hakkında çok şey duyardık. Alevîler de ketum oldukları için -takıye yaptıkları için demeyeceğim- bir şey bilmek imkânı olmuyor, söylenenler de ''acaba?'' sorusunu beraberinde getiriyordu.
Alevîler çok istismar edilmişti. Osmanlı''nın ''Şah İsmail'' sendromundan dolayı aşırı hassasiyeti Alevîleri tamamen içlerine kapamıştı. Kapalılık gelenek hâline gelmiş ve Cumhuriyet döneminde de devam etmişti. Ne zamana kadar? 12 Eylül 1980 ihtilâline kadar...
İhtilâlden sonra hâdiseler durulunca, bazı gazeteciler Alevîleri keşfe(!) çıktılar. Nerede Alevî buluyorlarsa röportaj yapıyorlardı. İşi magazine etmişlerdi. Devlet erkânı da Alevîler hakkındaki magazine edilmiş röportajlardan en laikçilerin onlar olduğunu anlayıvermişti! Derken, hiç bilmediğimiz bir mabet de ortaya çıkıverdi. Meğer Alevîlerin cemevleri olurmuş. Cemevlerinde ibadet ederlermiş.
Politikacılar Alevî potansiyelinin yabana atılamayacağını anlamışlardı... Her türlü desteği verdiler. Hemen her yerde, neredeyse iki haneli bir mahalde bile cemevleri açılmaya başlandı.
Alevîlerin ''fâş'' oluşlarına paralel, Alevîlik araştırmaları da gözle görülür hâle geldi. En yetkin araştırmaları da Sünnî ilim adamları yapmışlardır."
Sonra bu araştırmaları sıralıyorum.
Cemevinde ilk karşılaştığım dede, ateistlere çok kızgındı. Alevî profesörün ismini vererek: "Alevîliğin İslâm olduğunu kabul etmiyor, ''Alevîlik bir kültürdür.'' diyor. Olur mu öyle şey! Alevîysen Müslümansın!" dedi. (Devam edeceğiz.)