En kolayı düşmanlık en zoru ise barış
Kışkırttılar kışkırttılar... Sonra olanlar oldu. Ülkenin insanlarını, siyasî partilerini "düşman" ilan etmeyin, diye defalarca ikaz edildi. Gücü elinde tutanlar, bildiklerini okudular. Türkiye'yi kamplaştırırlarsa, seçimleri kazanacaklarını sandılar!
İnsanı insana düşman etmek İslâmın neresinde yazılı?!
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na yumruk atanlar, kimden cesaret aldılar?
CHP Sözcüsü Faik Öztrak "CHP'lilerin şehit cenazelerine alınmaması için kim talimat verdiyse, meydanlarda bu ülkenin kurucu partisine kimler ağza alınmayacak hakaret ve tehditlerde bulunduysa bu saldırının altyapısını hazırlayanlar onlardır. Toplumumuza kin ve nefret tohumu eken dilin sahipleri, bugün yapılan bu hain saldırıda pay sahibidirler." diyor ki, haklı.
CHP, kışkırtanlara da dava açmalıdır.
Ak Parti'nin kurucularından, R. T. Erdoğan'a zemin hazırlayan, bir önceki cumhurbaşkanı Abdullah Gül, saldırının ardından "nefret dili"ne dikkati çeken bir tivit attı:
"Ana muhalefet lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na bugün yapılan saldırıyı kınıyorum. Siyaset diline hâkim olan nefret söyleminin tehlikesi umarım artık fark edilir."
Bir siyasî lider gibi, toplantıdan toplantıya koşan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu da peş peşe attığı tivitlerde A. Gül'ün dikkat çektiği noktayı vurguluyor:
"Bu vahim olay, siyasi kutuplaşma ve gerilimin bir an önce geride bırakılması gerektiğini çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. / Başta siyasi liderler olmak üzere bütün siyasi ve toplumsal kesimleri, sağduyuya, her türlü teröre karşı omuz omuza vermeye, demokratik düzen içerisinde hareket etmeye ve kutuplaştırıcı siyasi söylemlerden uzak durmaya davet ediyorum."
Her ikisinin de sözleri, asıl kendi partilerinedir. Bu dil dil değil, bu yönetim yönetim değil, demeye getiriyorlar. 31 Mart'ta partileri için çaba harcamamalarının, yeni parti kurulacakları söylentilerini Ak Parti'ye zarar vereceğini bile bile yalanlamamaları, Ak Parti'nin (=Saray'ın) güttüğü politikaya karşı bir tavır olarak da izah edilebilir. Davutoğlu'nun son uzun açıklaması aslında partisiyle köprüleri atarken haklı çıkma hamlesidir.
Siyasî parti liderlerine zaman zaman saldırı olmuştur. M. Kemal'e suikast teşebbüsü, İsmet İnönü'nün 27 Mayıs 1960 Darbesi öncesi Uşak'ta taşlanması, Ecevit'e, 12 Eylül 1980 Darbesi öncesi, İzmir Çiğli'de suikast teşebbüsü, yine Nevşehir'de öldürülen eski milletvekili CHP İl Başkanı'nın cenaze töreni sırasında saldırıya uğraması, Demirel'in yumruklanması... İlk aklıma gelen saldırılar...
Kemal Kılıçdaroğlu'na daha önce Artvin'e giderken Şavşat'ta PKK pusu kurmuş, bir askerimiz şehit edilmişti.
Ankara Çubuk'ta bir faciadan dönüldü. Güvenlik güçleri, saldırılar yüzünden K. Kılıçdaroğlu'nu arabasına bindirip uzaklaştıramadılar, bir eve soktular. Ev yakılmak istendi. Kitle psikolojiyle her an her şey olabilirdi.
R. T. Erdoğan bu kadar hıncın ardından seçim geçtikten sonra ne demişti: "Dönem, musafahalaşma, kucaklaşma, birlik ve beraberliğimizi perçinleme dönemidir."
En kolayı düşmanlık en zoru ise barıştır. Çubuk saldırısı bunu gösteriyor.
Reis'ten, saldırı ardından, hemen bir sükûnet çağrısı beklerdik.
Bu saatten sonra ne dese boş.