Emine Işınsu'dan: 'Kendimden Kendime'
Ülkemizde roman yazan çok ama "romancı" diyebileceğimiz kaç isim sayabilirsiniz? Üç, beş, on, bilemediniz yirmi. Öteye gidemezsiniz. Bu romancılar içinde Emine Işınsu'nun ayrı bir yeri vardır. Ailece romancılar... Annesi Halide Nusret Zorlutuna (1901-1984), teyzesi İsmet Kür (1916-2013), teyze kızı Pınar Kür...
Emine Işınsu, yazar Prof. Dr. İskender Öksüz'le evlidir. İskender Öksüz'ün Türk fikir hayatımızda ayrı bir yeri vardır. Şu kitaplarını sıralarsam yerini siz tayin edersiniz: Millet ve Milliyetçilik, Alt Akıl: Aptallar ve Diktatörler, Bilim, Din ve Türkçülük, Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi... Biz, İskender Öksüz'ü talebeliğimizde "Ayhan Tuğcugil" imzasıyla okuduk.
Emine Işınsu, edebî kaleminden taviz vermeden tezli romanlar yazmıştır: Küçük Dünya (1966), Azap Toprakları (1970), Ak Topraklar (1971), Tutsak (1973), Sancı (1974), Çiçekler Büyür (1978), Canbaz (1982), Kaf Dağı'nın Ardında (1988), Alpaslan (1990), Atlı Karınca (1990), Cumhuriyet Türküsü (1993), Nisan Yağmuru (1997), Havva (1999), Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri (2002), Bukağı (2004), Hacı Bayram (2005), Hacı Bektaş Veli (2008), Bir Aile (2013)...
Denemeleri, oyunları, hikâyeleri de vardır.
Bir Yürek Satıldı oyunu, Küçük Dünya romanı dizi olarak çekildi ve TRT'de yayınlandı.
Bir dönem gençlik üzerinde büyük etkisi olan "Töre" dergisini çıkaran ve yöneten de Emine Işınsu'dur.
(Lisede Töre, Devlet ve Bozkurt dergilerinin temsilcisi iken Emine Işınsu'ya "iş" gereği bir mektup göndermiş, o mektubumun, üslubu demeyeyim, kısa mektup için iddialı olur, yazılış tarzına bakarak, beni yazmaya teşvik etmişti.)
Emine Işınsu'nun edebî kişiliğine dair yüksek lisans ve doktora tezleri yazılmıştır.
Yeni "Emine Işınsu Armağanı" (Ihlamur Yayınları, 600 s.) ve "Kendimden Kendime" (Ihlamur Yayınları, 96 s.) adını verdiği hatıraları yayınlandı.
"Kendimden Kendime", samimî bir başlık. Hatıralarının üslûbu da samimî. "Kadın" kimliğini örtmediği gibi, ön planda tutuyor. Şu içten satırları okumalıyız:
"O ilgi, ortaokulun ikinci veya üçüncü sınıfındayken başladı; Cüneyt Gökçer'e âşık oldum!.. Öyle bir derin, öyle uzaktan uzağa aşktı ki, beş altı yıl devam etti!.. Önce radyo oyunlarındaki hafif genizden gelen değişik, güzel sesine, sonra oynadığı tiyatrolarda kendisine, şiddetle (!) âşık olmuştum. Tabiî ki bütün oyunlarını seyrettim, tabiî ki hepsinde, nerdeyse sadece onu izledim. Fakat şüphesiz yegâne eylemim; bir mektup yazıp, imzalı fotoğrafını istemek oldu. Postacı yolu gözledim ve o resme kavuştum. Fotoğraf, geceleri yastığımın altında, gündüzleri okul kitaplarımın arasında durdu. Tabiî ki babamın haberi yoktu bu aşkımdan, annemle, ağabeyim ise aldırmıyorlardı, bir hayalî sevgiliyi tehlike kabul etmiyorlardı şükür! Bütün kalbimle tiyatro oyuncusu olmak istiyordum... Böylelikle, Konservatuar'da Gökçer'in öğrencisi de olacaktım! Cebeci'deki evimizden, Kolej'e yürürken hep onu düşünürdüm, türlü hayâller kurardım, bu hayâllerde şüphesiz o da bana âşıktı, hiç olmazsa benimle ilgiliydi!.. Kendisiyle yapılan bir mülâkatta, yeşil rengi sevdiğini öğrenmiştim, o günlerde yeşil kadife bir elbisemin olmasını çok istedim, anneme de söyledim; fakat maddî imkânsızlıktan mı nedir, olamadı bir yeşil kadife elbisem!.." (s. 13)
Sonra yine yazacağız.