Ekrem İmamoğlu üzerinden iktidar hesabı
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu "ahmak" sözünü sarf etti, diye fırsat yakaladıklarını düşünenler, bastırdılar cezayı.
Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk''un, "Bilinçsizlikler yarışı ve tartışılan mahkeme kararının yarattığı fırsat" başlıklı makalesi, davaya yeni bir açı getiriyor. Sami Selçuk Hocanın değerlendirmesine geleceğim.
Recep T. Erdoğan, İstanbul''u CHP''ye kaptırmayı bir türlü hazmedememişti. Ankara''da seçimi kaybetmesinin üzerinde pek durmuyordu. Kendisinin de belediye başkanlığı yaptığı İstanbul''da, öyle sanıyorum ki, "İstanbul benim aynı zamanda başşehrim. Hiç mi ağırlığımı hissettiremedim de kaybettim. Üstelik bir eski başbakanı aday gösterdim." demişti. Tabiî içinden... Ama hâl ve hareketleri çok öfkelendiğini gösteriyordu.
"Başşehrim" sözünü açmalıyım. Biliyorsunuz, Reis Bey, özellikle Vahîdettin Köşkü''nü onarttı. Kendisine mesken yaptı. Vahîdettin Köşkü''nü önce Turgut Özal, Başbakanlık dinlenme evi yapmak istemiş, ama tamamlanamamıştı.
Köşk Vahîdettin''in özel mülküydü. Yurt dışına "kaçarken" diyerek Vahîdettincilerin içini sızlatmayayım, Reis Beyimize de ayıp olmasın, Vahîdettin yurt dışına "giderken" cariyesi Zehra Hanım''a bırakmıştı.
Bence "Vahîdettin Köşkü" diye değil; "Zehra Hanım Köşkü" diye anılmalı. Mülk nihayetinde onundu çünkü!
Vahîdettin öne çıkarılınca, Mustafa Kemal Atatürk arkaya itilir. Türk siyasetinde bu böyle. Müspet bir mana yükleyerek, köşk üzerinden sürekli adını hatırlatmak bana pek "masum" gelmiyor.
Mustafa Kemal, Nutuk''ta Vahîdettin''e çok ağır sözler eder:
"Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahîdeddin, mütereddi [soysuzlaşmış], şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği denî [alçakça] tedbirler araştırmakta." (1927 baskısı, s. 5)
"Devlet riyâsetini telvîs etmekte [kirletmekte] bulunan hâin Vahîdeddin." (s. 176)
"Vahîdeddin gibi hürriyet ve hayatını milleti içinde, tehlikede görebilecek kadar, âdi bir mahlûkun, bir dakika dahi olsa, bir milletin re''s-i kârında [başında] bulunduğunu düşünmek ne hazindir!" (s. 497)
Söylemeye gerek var mı? Millî Mücadele Vahîdettin''e rağmen kazanılmıştır.
(Ara not: Vahdettin, Vahîdettin, Vahîdeddin şeklinde yazılışları daha önce izah etmiştim.)
Asıl konumuza dönelim... E. İmamoğlu''na cezanın nasıl geldiğini, R. T. Erdoğan''ın Belediye Başkanlığı seçiminden bu yana CHP ve E. İmamoğlu hakkında söylediklerine bakarak anlarsınız.
Seçimden hemen sonra "İstanbul susuzluğa doğru yürüyor." demişti. Hâlbuki bir yıl önce, "İstanbul''un su sorununu çözdük. 2040 yılına kadar böyle bir sorun yok." diyen de kendisiydi. Seçim kaybı o kadar ağrına gitmişti ki, Ekrem İmamoğlu''yla görüşmeyi bile kabul etmemişti.
Mahkeme kararından sonra büyük ihtimalle, İstanbul''da belediye başkanlığına kendi adamlarını oturtacak. Saray Hükûmeti''nin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu önceki gün CNN Türk''te ne demişti: "İstinaf ve Yargıtay onadığı anda görevden alırım."
Reis Bey, eğer tekrar Cumhurbaşkanı seçilirse -ki seçilmek için "her türlü yol"a başvuracaktır- İstanbul''u başşehir ilân ederse hiç şaşırmayalım!
Sami Selçuk mahkemenin E. İmamoğlu kararı için: "Her meslekten ve her boydan insanlar, hemen ivediyle ve telaşla yazmaya, konuşmaya başladılar; gözdeki çöpü görmeye çabaladılar, ama merteği göremediler. Hukukçular arasında bile çöp peşinde koşanlar, söz gelimi karardaki yazım (imla) yanılgısı üzerinde bile duranlar oldu. Ama "mahkeme yasaya uygun mu oluşmuş?" sorusunu hiç kimse sormadı." diyerek önemli bir hususa dikkati çekiyor: "Hükümlülük kararı, son oturumda asla duruşmalara katılmamış bir yargıç tarafından verilmiştir." (Karar, 19 Aralık 2022)
Hocamız, yeni hâkim tayininde duruşmaların baştan yapılması gerektiğini hatırlatıyor:
"Karar yargıcı, görmediği, dinlemediği, duymadığı, dokunmadığı, koklamadığı, tatmadığı bir kanıtı, söz gelimi, bir tanığı ve söylediklerinin doğruluğunu hukukunu aldığımız ülkelerde asla değerlendiremez. Bu yüzdendir ki, duruşma yapan ve bu duruşmaya göre hüküm kuran yargıç, asla değişmez, değiştirilemez. Çünkü kanıtlarla doğrudan ilişkiye geçen yargıç, ancak duruşma, keşif vb. işlemleri yapan yargıçtır. Yalnızca o yargıç, kurulacak hükmün yargıcı olabilir; duruşmaya katılmamış bir başka yargıç ise, asla hükmün yargıcı olamaz ve hüküm kuramaz. (...) ''Mahkeme yasaya uygun olarak oluşmadığı'' için bir ''hukuka kesin aykırılık''tır da. Bu kesin aykırılık yüzünden de, istinaf ya da temyiz dilekçesinde bulunmasa bile, başkaca yönler incelenmeksizin, kararın kesin olarak bozulması gerekecektir (m. 289/1-a). (...) Hiç kimse kendisini aldatmaya kalkışmasın. Doğru kapı, yanlış anahtarla açılamaz (Mevlana). Duruşma yargıcının yerine geçen yargıç da, tutanakları okuyarak vicdani kanı oluşturamaz. (...) Ülkemizde hukuk biliminin uyuması, ilkeleri çiğnenerek yapılan duruşmalar da, Yunus Emre''nin anladığı anlamın tersine, uygulamada karşılıklı durma karikatürüne dönüşen ve insanlarımızı bezdiren bir canavar yaratmış; vicdani kanılar da yargıçtan yargıca tutanaklarla ciro edilmiştir. / Bu ise çok, ama çok üzücü, azap vericidir. / İşte duruşma ve hüküm yargıçlarının değiştiği bu dava, bu çarpıklıktan kurtulmanın örneği olabilirse, hukuka hizmet etmiş olacaktır."
Rejim değişti. "Tek adam" her şeye "hâkim" Sami Selçuk Hocam.