Dünya pandemi alarmında, biz hala düşünce özgürlüğü ile sınanıyoruz!
Malik Yılmaz, parasını tır şoförlüğü yaparak kazanan bir TC vatandaşı. Sosyal medyada yayınladığı 30 saniyelik videoda şöyle söylüyor:
"Evde kal Türkiye. Nasıl kalalım baba. Emekli, memur, zengin değilim. İşçiyim. TIR şoförüyüm. Çalışmasam ekmek yok. Elektriğimi, suyumu, kiramı ödeyemem. Bunları ödememek ölmekten beter zaten. Ha senin lafınla evde kalarak açlıktan ölmüşüz ya da virüsten. Ama beni bu virüs öldürmez, senin düzenin öldürür..."
Şu birkaç cümlede fakirlik, adaletsizlik, çaresizlik, çözümsüzlük görebilirsiniz.
Üzüntü, kızgınlık, utanç, belki acıma duygusu hissedebilirsiniz.
Belki hükümetin politikalarını destekliyor da olabilirsiniz fark etmez.
Ama bu cümlelerde suç göremezsiniz.
Bir vatandaşın mevcut durumunu 3-5 cümle ile özetleyemediği bir ülkede adalet gerçekten sağlanabilir mi?
Anayasada yazdığı gibi, "sosyal devlet" olmadığımızı gördük; peki, bir gün sosyal devlet olacağımıza dair umut olabilir mi?
Dertler dile getirilmeden çözüm bulunması mümkün mü?
Çalışma hayatının devam etmesi farklı bir yazının konusu; bu yazıda üzerinde durmak istediğim, yönetimin değişmeyen zihniyeti.
Çünkü Malik Yılmaz, bu sözleri söylediği için gözaltına alındı, hakkında "kanunlara uymamaya teşvik suçundan" (TCK m.217) işlem başlatıldı, devamında ise adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı.
Aklıma takılan soru şu: Tır şoförü Malik, insanları, hangi kanuna uymamaya teşvik etti?
"Evde Kal Kanunu" diye bir kanun mu var? Nerede yazıyor?
Peki ya 30 saniyelik o video, bu suçun oluşması için "elverişli" mi gerçekten?
Yoksa hükümetin politikalarına eleştiri getirmesi miydi asıl suçu? Hapisteki onlarcası gibi.
Peki ya, evden çıkmak zorunda olduğu için yakınan bu adama, her gün karakola gidip imza atma mecburiyetinin getirilmesi?
Dünya pandemi alarmındayken, herkesin ortak düşmanı bir virüs olması gerekirken; biz hala "farklı düşüneni, muhalefet edeni" ötekileştirme, düşmanlaştırma derdinde miyiz?
Bir yanda af paketi, bir yanda eleştireni içeri tıkma telaşı
Biliyorsunuzdur, hükümet bir infaz düzenlemesi, kamuoyundaki adıyla "af veya ceza indirimi" teklifi hazırladı.
Buna göre, kadına şiddet uygulayan da serbest kalacak, çocuklarımızı uyuşturucu ile zehirleyenler de.
Bakın, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michel Bachalet'in tüm hükümetlere yaptığı çağrı özetle şöyle: "Siyasi mahkumlardan başlayarak cezaevi tahliyelerini başlatın."
Peki bizde olan ne? Tam tersi.
Tecavüzcü, uyuşturucu satıcısı elini kolunu sallayarak dışarı çıkacak, ancak bir tivit attığı veya bir yazı kaleme aldığı için, bir düşüncesini dile getirdiği için yargılananlar hapiste kalmaya devam edecek.
Çünkü hiçbiri resmiyette siyasi mahkûm değil, pek çoğu "terörist" olmakla yargılanıyor.
Ceza evlerindeki doluluk oranı virüsün tehlikesini bu alanlarda çok daha arttırıyor.
Ancak bunun için ilk etapta yasal bir düzenleme yapılmasına bile gerek olmaksızın, zaten istisnai bir uygulama olması gereken tutukluluk tedbirini, yasalara, uluslararası anlaşmalara ve yüksek mahkeme kararlarına uygun bir şekilde uygulayarak cezaevlerindeki kişi sayısı azaltılabilir. Bu noktada, yargılamaların tutuksuz yapılması ve şartlara göre adli kontrol tedbirinin uygulanması çok daha yerinde olacaktır.
Hükümlüler açısından "şiddet kriteri" üzerinden yapılması gereken düzenlemenin ise hem toplum vicdanını rahatsız etmeyecek hem de ceza adalet sisteminden beklenen "suç işleyenin cezalandırılacağı inancını" yok etmeyecek dengede olması elzemdir.
Hükümlüler hakkında yapılacak "geçici" olması gereken bu düzenlemenin bir an önce yapılması; en temel hak olan yaşam hakkının korunması için gereken tedbirlerin cezaevlerinde de alınması; bu yolla yaşanabilecek can kayıplarının önüne geçmekle birlikte; ileride cezaevinde meydana gelebilecek koronavirüsü kaynaklı ölümler neticesinde devletin sorumluluğunun doğmaması için de esastır.