DİZİ -5- Yunanlılar ve Türkler. Kaçakları organize edenler var...

''Adam evini barkını satıyor. Adam başı bin, 2 bin doları veriyor. Av­rupa''ya gideceğini sanıyor, orada çok zengin olacağı ha­yaline kapılıyor.''

Özet: Kuşadalı Kaçak Ârif''le konuşuyorum. Hapishanede hayatını, Türk konsolosluğunun tavrını anlatıyor.

Ârif, 29 yaşındaymış. Ancak daha yaşlı görünüyordu. Ârif Türkiye''de çok işkence çektiğinden de bahsediyor ve ayaklarını açıp işkence izlerini gösteriyor. (...)

Sonra ekliyor:

-Kahvehaneye ilk geldiğinde konuştuğun iki Do­ğulu akşam aç bî-ilaç dolaşırlarken aldım karınlarını do­yurdum. Anlattıklarına bakmayın, karınlarını doyurmak için homo peşinde koşuyorlardı!

Kaçaklarla konuşmalarımızı sürdürüyoruz. Adanalı Orhan işim var gideceğim, diyor. Ben onu da dinlemek istiyorum.

-Orhan sen ne zaman geldin?

-Altı sene önce.

-Niye kaçtın?

-Siyasî suçluydum. Bu yüzden hapis de yattım.

Orhan, hepsinin ağabeyi durumundaydı. Anlatırken macerayı yaşamaktan çok, olayı tahlil etmek is­tiyordu. Ben de bir kaçağın gözüyle meseleye bakmak is­tiyordum.

-Kaçış olaylarını nasıl değerlendiriyorsun Or­han?

-Devlet politikası yanlış. Devlet hep Batıya özendiriyor. Herkes Batıya giderse kurtulacağını sanı­yor. İşsizlik bütün kötülüklerin anasıdır. Kaçanların bir kısmı da askere gitmek istemiyor. Kaçanlara sorun yüzde 90''ı askere gidip Güneydoğuda ölmek istemediğini söy­leyecektir. Yunanlıların ekonomisi zorluyor: İş yok. Tutunamayıp geri dönmek isteyenlerden Doğulu ise sınırda tezgâha alınıyor. (Yani işkence ediliyormuş.)

Yalnız burada açıklamada bulunmalıyım. Okuyu­cularımızın gerçeği bilmesi gerekiyor. Ben, altı günlük Yunanistan gezisinden sonra sınırdan içeri girerken Uzunköprü Gümrüğünde hem gümrük memurlarına hem de polislere bu geri dönen Doğululara işkence me­selesini sordum. Kesinlikle böyle bir şey olmadığını inan­dırıcı bir şekilde anlattılar. Zamanında Pol-Bir kuruculu­ğu yapmış bir polis memurunun ifadesi aynen şöyle:

"Kardeşim... Yunanlılar adamlara ekmek bile ver­miyorlar. Buraya gelen her şeyden önce insan... İnsanlık vazifemi yapmam lâzım. Hepsi en azından iki günlük aç. Biz kendi cebimizden para veriyoruz, yemek alıyoruz ve­ya yakındaki askeriyeden yemek getiriyoruz. İşkence edilmesi de, ayırım yapılması da mümkün değil."

Konuştuğum gümrük memuru ve polislerin isimle­ri bende yazılı.

Kaçaklar ruh hastası olmuş

Orhan devam ediyor:

-Geri dönüşte işkenceye uğrayacaklarını bildik­leri için sefil hayata razı olup gayrimeşru işlere giriyor­lar. Yunanlılar 28 Temmuz 1951''de imzalanan Cenevre antlaşmasına imza koymuş ama kendilerine sığınanlara hiçbir sosyal hak tanımıyorlar. Aç it fırın yıkar. İnsanı hırsızlığa teşvik ediyorlar. Diğer ülkelerde mültecilere sos­yal haklar veriliyor. Ben tam 17 ülke gezdim.

Adanalı Orhan, kaçak avcılarından bahsediyor:

-Kaçakları organize edenler var. Adam evini barkını satıyor. Adam başı bin, 2 bin doları veriyor. Av­rupa''ya gideceğini sanıyor, orada çok zengin olacağı ha­yaline kapılıyor. Osmaniye''nin Baş Mahallesi ile Kayseri''nin Kırkkısrak köyünden haftada 20 kişi geliyor. Bun­ları Naif ve Cemal adlarındaki kişiler kandırıyor. Parala­rını alıyor.

Gurbette aç sefil kalan, umudunu yitiren insanların ruh durumları kim bilir nasıl?.. Bunu Orhan''a soruyo­rum:

-Kaçakların ruh durumları nasıl?

-Hepsi ruh hastası olmuş. Hastanelerde psikolo­jik tedavi görenler yanında intihar edenler de çok.

Orhan''a hep beraber resim çekinelim, diyorum. Razı olmuyor. O Ârif ve Coşkun''la bizim resmimizi çeki­yor. Sonra "Eyvallah" diyor ve gidiyor.

Biz Ârif ve Coşkun''la konuşmaya devam ediyo­ruz.

-Coşkun sen nerelisin?

-Ordu''nun Perşembe kazasının Ortatepe köyün­den.

-Sen ne zaman geldin?

-10 yıl oluyor.

-Nasıl geçtin Yunanistan''a?

-Meriç''i yüzerek geçtim. Buradan Avrupa''ya gi­decektim, imkân bulamadım. Yunancayı çok iyi öğren­dim. Diğer kaçaklardan farklı olarak Yunan''ın bütün hak­larına sahibim.

Bütün bunlara rağmen Coşkun da tutunamamış. Kendisini kumara ve içkiye vermiş. Ve Yunanistan''da kalabilmek için Hristiyanlığı kabul etmiş.

Kaçaklarla yaptığım konuşma burada sona erdi ama bu kaçakların bir başka yüzünü de konsoloslukta öğrenecektim. Onu sonra anlatacağım.

Kahvehaneden kalkıyoruz. (...)

Pazar günüydü. O gün Atina Camisinin (Fethiye Camisi olarak bili­niyor.) çevresine pazar kuruluyormuş. Camiye yaklaştık­ça uzakta tepede ünlü Akropolis görünüyordu. Akropolis, yakında vuku bulan bir hırsızlık olayından sonra pazar günü ziyarete kapatılmış. (...)

Atina 1456''da Türklerin eline geçmiş. Yani İstan­bul''un fethinden tam üç yıl sonra...

İnsan düşünüyor... Atina bir İstanbul olamaz mıydı? Türkler isteselerdi, Yunanlılar sürülüp çıkarılır, kimi kesilir, biçilir ve Atina tam anlamıyla bir Türk şehri hâli­ne getirilirdi. Sonunda bir Yunanistan olmaz, Avrupa''yı da aleyhimize kışkırtan bir Yunan düşmanlığı başımızı ağrıtmazdı. Yunanlılar biraz oturup bunu düşünsünler, Türkler neden Yunanlıların Atina''da mutlu yaşamasına, çoğalıp büyümesine imkân verdi?

Neyse... Ben hesaplaşmıyorum, onlar da hesaplaşmasınlar ve meseleleri tarih ilmi çerçevesinde incelesin­ler.

Atina''da bir cami bırakılmış. O da Fethiye Camisi. En eski camilerden. Cami mabet olarak kullanılmı­yor. Müze hâline getirilmiş ve içinde üzerinde haç işareti bulunan, Meryem Ana tasvirlerinin yer aldığı kalıntılar sergileniyor.

Allah rahmetini üzerinden eksik etmesin Evliya Çelebi 1667-1670 yılları arasında Atina''ya gelmiş, Türk eserlerinin bir dökümünü çıkarmış. Şehirde dört cami, ye­di mescit, bir medrese, üç mektep, iki han ve üç hamam varmış. Sonra cami sayısı artmış.

Atina 1833''te tamamen Yunan krallığına geçmiş... Bu tarihten itibaren geriye sayış başlıyor ve şehir hızla Yunanlaşıyordu. Yalnız Atina ahalisinin yarıdan fazlası Türkiyeli desem mübalağa etmiş olmam. 1920''de şehrin nüfusu 473 binden 718 bine çıkmış. Zaman zaman yaşa­nan göçlerle Türkiyeli Rumlar, Atina''da büyük yekûn tutmuşlar. (...)

Atina''da Dr. Sadık Ahmet''le beraberiz

Türkiye''ye geldiği sırada gazetemizi ziyaret eden Gümülcine Bağımsız Milletvekili Dr. Sadık Ahmet''e ya­kında Yunanistan''a gideceğimi söylemiş, kendisinden te­lefon numarasını almıştım. Meclis açılmıştı. Acaba Ati­na''da mı? Gümülcine''ye telefon ediyorum.

Atina''da olduğunu söylüyorlar.

Pazartesi günü önce Anadolu Ajansı''nın Sofya bü­rosuna uğruyorum. Ajans parlamento binası ile Akademia arasında Amerikis Sokağında. Eskiden beri tanıdığım Ahmet Şenova orada çalışmaya başlamış. Büro şefi Mu­rat Bey, efendi, sistemli bir insan. Buradan meclise telefon ediyor, Dr. Sadık Ahmet''in gelip gelme­diğini soruyorum. Ahmet Bey beni bekliyor.

Yunanlılar öyle olumsuz bir imaj vermişler ki, Türk olduğum için beni meclise almazlar diye düşünmekten edemiyorum. Aslında sokaktaki Yunan''a Türk olduğumu hususiyetle söyleyerek bazı şeyler soruyorum, acaba yüz ifadesi değişecek mi, diye dikkatle bakıyorum, hayır, yar­dımcı olmak için elinden geleni yapıyor. Hiç üşenmiyor, yüksünmüyor sabırla bana anlatmaya çalışıyor veya be­nimle gideceğim yere kadar geliyor.

Hükûmetin, partilerin, gazetelerin Türk düşmanlığı burada bana son derece anlamsız geliyor.

Dido Sotiriyu "Benden Selâm Söyle Anadolu''ya" diyor. Biz selâmını alıyoruz. Ya sizinkiler, bizim selâmımızı alıyorlar mı?

Yorga Dalara... Yunanlılardın ünlü şarkıcısı... Şarkı­larını Türk düşmanlığı üzerine kuruyor. Yunanlılar tarihin çok az kayıt ettiği türden bir vahşet sergilediler Ege''de... Buna rağmen biz Yunan düşmanlığını gösteren şarkılar söylüyor muyuz? Kimin aklından geçer böyle şey...

Aslında Türk toplumu ile Yunanlılar arasında garip bir iletişim var. Bütün bu düşmanlıkların yanında Türk şarkıcılar, türkücüler, Atina''da büyük bir zevkle dinleni­yor, filmlerimiz oynanıyor. Bunda ezelî düşmanlıkların yanında çoğu Anadolu''dan, İstanbul''dan göçmüş Yunanlıların, Türk sosyal hayatına yabancı olmamaları ve Türk kültürünün Yunanîleşmiş izlerini taşımaları olsa gerek.

Parlamento binasına geldiğimde Dr. Sadık Ah­met''in ismimi müracaata yazdırdığını öğreniyorum. Böy­lece kolayca içeri giriyoruz. Müracaatın karşısındaki ka­pıdan girip demir merdivenden bir kat yukarı çıkınca Dr. Sadık Ahmet''in odasına varıyorum.

Dr. Sadık Ahmet''le burada bir saat kadar konuşu­yoruz. Konuşmamıza Gümülcine''de de devam edeceğiz. (Ayrıntısı Balkan Volkanı kitabımızda)

YARIN: PKK''lı Akademia önünde dergi satıyordu

Yazarın Diğer Yazıları