Dinmeyen müebbet yağmuru!

Haziran 1999'da, İmralı duruşmalarından sonra takip ettiğim ikinci duruşma 5 Ağustos 2013'te, "Ergenekon"un karar duruşmasıydı. 6 Ağustos'ta çıkan "Silivri'den çıkış yok!" başlıklı yazımın girişi:

"Silivri'de 'Ergenekon' davasının karar duruşmasındayız... Verilen cezalar okunuyor. Biri 15 yıl almış... Gazetecilerin bulunduğu bölümden vurgulu iki heceli ses salonun uğultusuna karıştı: 'Oha!'... / Kullandığım bir kelime değil... Onun için söylemeyeceğim... Öyle cezalar yağdı ki, insanın havsalası almıyor."

Kamuoyunca bilinen birçok isim müebbet aldı, kimi çifte müebbet. Cezayı veren hâkim ve savcılar şimdi "Fetullahçılıktan" içerideler.

15 Temmuz gibi, Allah bir daha göstermesin, meş'ûm bir darbe teşebbüsünü savdık. 249 insanımızı yitirdik. Kendi askerimiz kendi kardeşine ateş açıyor, düşünebiliyor musunuz!

Gazeteciler nasıl cezalandırılırlar, bir türlü anlamıyorum. Eğer suçu övmüşlerse, suçluyu korumuşlarsa, teröre bulaşmışlarsa, cephe gerisinden terörü desteklemişlerse cehennemin dibine kadar yolları var.

Türkiye'de bunca darbe oldu, bir muhtırayla hükûmetler yıkıldı, yıkılmak istendi. Hiçbiri, 15 Temmuz 2016 Darbe Teşebbüsü'yle kıyaslanamaz. Allah bizi korudu. Tehlikenin ne derece geçtiğini de bilemiyoruz. İhtiyatlı olmak gerekir ama bu ihtiyat, sadece iktidara muhalefet etmiş gazetecileri ebedî hapse mahkûm etmek mi diye sormalıyız.

Anayasa Mahkemesi, Türkiye'nin şu şartlarında, korku dağları beklerken, bütün cesaretini toplayarak, belki belli başlı ülkelerde benzer durumları, AİHM kararlarını didik didik edip Şahin Alpay, Mehmet Altan ve Turhan Günay için bir karara varıyor:

"... suça konu yazıların yayımlandığı ve konuşmaların yapıldığı dönemde, kamuoyunun bir kesiminin dile getirdiklerine benzer görüşleri başvurucunun yazılarında ve konuşmalarında ifade etmesi nedeniyle hakkında tutuklama tedbirine başvurularak ifade ve basın özgürlüklerine müdahale edilmesinin hangi 'zorlayıcı toplumsal ihtiyaç'tan kaynaklandığı ve demokratik toplum düzeninde neden gerekli olduğu somut olayın özelliklerinden ve tutuklama kararının gerekçelerinden anlaşılamamaktadır."

Mehmet Altan'la beraber ağabeyi Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak'a ağırlaştırılmış müebbet cezası veriliyor. Bu isimlerin "Ergenekon", "Balyoz" gibi davalarda takındıkları tavır ve yazılarından dolayı yatacak yerleri yok ama, bunlara "Fethullahçılığı" yapıştırıp örgüte müzahir göstermek aklı zorluyor. Söz konusu gazeteciler, Ak Parti, Cemaat'e ne kadar yakınsa ancak o kadar yakındılar, diyebiliriz.

İçerideki diğer gazetecilerin de cezaları böylece belli oldu... Şahin Alpay, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Mümtaz'er Türköne, Ünal Tanık... Kendinizi ruhen hazırlayın... Müebbetliksiniz!

Yukarıda "Ergenekon" davasında verilen cezalar için "Öyle cezalar yağdı ki, insanın havsalası almıyor." demiştim... Bu cezaları da insanın havsalası almıyor.

Gazetecilere verilen cezaların aynısı aynı dönemde Cemaat'e arka çıkan hükûmet edenlere de verilmesi gerekmez mi? Anayasa Mahkemesi'nin kararı bunu gösteriyor:

"Suça konu yazıların yayımlandığı ve konuşmaların yapıldığı dönemde, kamuoyunun bir kesiminin dile getirdiklerine benzer görüşler..."

Ne keser dönsün, ne sap dönsün... Tek dileğim hak yerini bulsun; adalet tecellî etsin.

Yazarın Diğer Yazıları