‘Dinimize karışmadılar’

Bu sıra diyebilirim ki, birbiri ardına hatıralar okudum: Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa (Ahmet Hamdi Tanpınar’ın günlükleri), Kocataş Yalısı ve Anılarım (Yusuf Mardin), Annem Belkıs (Gündüz Vassaf), Konuş, Hafıza (Viladimir Nabokov), Hatıralarım-Kaybolan Bir Dünya-İstanbul 1800-1920 (Yorgo L. Zarifi), Sadri Maksudi Arsal (Adile Ayda)... Tâ Kolombiya’dan da bir kitap: Anlatmak İçin Yaşamak. Ünlü yazar Márquez’in hatıraları. Márquez başka dünyada... Her şeyiyle farklı.
Kitapların birinci özelliği, biraz öncesi ve biraz sonrasıyla aynı dönemleri içine alması... Nabokovlar Rus aristokrasinin ve siyasetinin önde gelen isimleri... Bolşevikler Çarlığı devirince, bütün zenginlikleri gidiyor. O döneme gelene kadar yaşananlar... Zarifîlerle tıpatıp benzerlik içinde... Saraylar, mürebbiyeler, özel öğretmenler, katar katar hizmetçiler, sık sık Avrupa seyahatleri... Kocataş Yalısı içinde geçenler ise, Zarifîler ve Nabokovların küçük ölçekli kopyası... “Türkiye içinde Batı” desek uygun... Aynı çatı altında kalabalık bir aile, ziyafetler, mürebbiyeler, devlet adamlarıyla içli dışlılık... Yusuf Mardin, Adliye nazırlarından Necmettin Molla’nın kızdan torunu, ünlü hukukçu Prof. Ebulula Mardin’in oğludur.
“Basit” (ve “hakikî”) kalanlar Tanpınar ve Belkıs Hanım... Asıl “halk” onlar! Tanpınar’ı biliyoruz ama Belkıs Hanım (Belkıs Vassaf) kim? Hani 1945’te, “komünistlerin gazetesi” diye yakılıp yıkılan Tan gazetesinin sahibi Zekeriya Sertel’in kız kardeşi... Belkıs Hanım’ın oğlu Gündüz Vassaf annesinden dinleyip teybe kaydettiği hatıralarını toparlamış... Gerçekten bir azmin hikâyesi... Balkan acısı ve cumhuriyetin emekleme dönemi, düz, rahat bir anlatışla ortaya konmuş. (1928’de harflerin değiştirilmesiyle ilgili görüşünü ayrıca ele alacağım.)
Sadri Maksudi Arsal’ın hayatını kızı Adile Ayda yazmış... Yorgo Zarifi ile Sadri Maksudi arasında şaşırtıcı bir benzerlik var. Birincisi Rusya’da Türk milliyetçisi, diğeri Türkiye’de Yunan milliyetçisi... Her ikisinin kendi milletleri için kalpleri aynı hızla çarpıyor. Biri Türkiye’ye göçüyor, diğeri Yunanistan’a ve her ikisi de yeni devletlerinde öne çıkıyor.
Bu kitaplardan kısa süre önce tekrar okuduğum Şevket Süreyya Aydemir’in Suyu Arayan Adam’ını da eklemem gerek. Aynı dönemin sancısını, arayışlarını aksettiriyor.

***

Osmanlılar sadece vergi almışlar ve reayayı serbest bırakmışlardır. Dün bahsettiğim hatıralarında Yorgo Zarifi bu hakkı teslim eder. “Bizim dinimize karışılmadı” der. Abdülhamid döneminde yaşadığı için, sürekli onu “korkak” ve “sinsi” diye adlandırmıştır.
Zarifi, “İsyan Öncesi Reayalar” başlığı altında yazdığı bölümde, “Türk egemenliği altında yaşayan Rumlar ‘reaya’ yani ‘ayaktakımı’ olarak kabul edilirler ve Müslümanlardan tamamen ayrı yaşarlardı” notunu düşer.
Rumların ve diğer azınlıkların birbirinden ayırt edilmeleri için farklı renklerde giyinmeleri gerekiyormuş. Ne derece doğru bilmiyorum. Zarifi, Rumların ayrıca “sülüğe benzeyen” işaretin işlendiği bir şapka takmak zorunda olduğunu belirtir. “Sülüğe benzeyen” dediği, Osmanlı yazısındaki “reaya”nın baş harfi “r”nin sola dönük kavisli çizgi oluşudur.
(Devam edecek)

Yazarın Diğer Yazıları