Dinî hoşgörü meselesi

Yorgo L. Zarifi’nin hatıralarından çok bahsettim ama Osmanlı’nın son döneminde yönetimde ve malî meselelerde etkili olmuş bir ailenin hatıralarından bahsetmek, şimdi “azınlık” dediğimiz gayrimüslim reayanın Osmanlı’daki durumunu ve onların Osmanlı’yı nasıl gördüğünü, hayat tarzlarını anlamamız için gerekli.
Zarifi’nin hatıralarında 20. bölüm “Kiliselerin Kapatılması” başlığını taşıyor. Sadece hatıralara bağlı olarak söylüyorum: II. Abdülhamid, 1890’da kiliselerin “statü” alanını daraltmak istemiş. Zarifi anlatıyor:
“Kilise’nin ve atalarımızın bu kadar büyük fedakârlıklarla korumuş oldukları şeyleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan olaylar nedeniyle, 1890 yılının sonbaharında Türkiye’deki Rumluk tamamen sarsıldı.
Türkiye teokratik bir devletti. Yönetiminin ve yasalarının temeli Kur’an’dı. Aynı dine mensup olmayan insanları yönetememeleri ise gayet doğaldı.
Çok sayıda yabancı tarihçi, Türklerin bu zayıflığını ve belki de ilgisizliğini dinsel hoşgörü olarak algıladı ve Patrikhane’ye sağlanan imtiyazları sadece Fatih’in, egemenliği altında bulunanlara karşı bir jesti, bir yabanlaşma çabası olarak gördü. Fakat aldatıldılar; çünkü iyice tetkik ettiğimiz takdirde, bu imtiyazların güçsüzlük ifadesinden başka bir şey olmadığını görebiliriz.
Herkesten önce Halife Ömer, Kudüs’ü fethettiği zaman, bu ihtiyacı anladı ve kutsal şehrin Araplara kan akıtılmadan teslim edilmesinde yardımcı olan Ortodoksların Patrik’ine imtiyazlar verdi.
Bu davranış tarzını II. Mehmet, yani Fatih Sultan Mehmet de benimsedi. ‘Alosi’den [İstanbul’un Fethi] hemen sonra dönemin patriği Patrik Gennadios’u çağırdı ve kendisine Ortodoksların ruhani ve idari lideri yetkisini verdi.
O günden itibaren Patrik, dini liderden milli lidere dönüştü. Patrikhane’de bu sahneyi gösteren büyük bir yağlıboya resim asılıdır: Aynı ihtişam içinde giyinmiş olan Sultan ve Patrik ayakta duruyorlar. Fatih, Gennadios’a altın ve bronz karışımı bir at sunuyor. Efsaneye göre Sultan, Gennadios’a ata binmesi için yardım etmiş ve onu eşi görülmemiş bir saygıyla uğurlamıştır.”

***


Zarifi’nin dedikleri gerçekten doğru mu? Güçsüzlükten dolayı mı “Erkeklik bende kalsın!” havasında Fener Patrikhanesi’ne imtiyaz sağlandı? Sanmıyorum. Son çıkan “Akşemseddin Fatih Fetih” (Berikan Yay.) kitabımda Fatih’in maddî gücünü ve mutasavvıf ilim adamlarının nüfuzunu ayrıntılı verdim. Buradan şunu çıkarabiliriz: Fatih, Ortodoksluğun merkezini yıkmıştır. İstese, Patrik’e hiçbir surette imtiyaz tanımazdı. Hesap içinde hesap... Diğer tarafta, Ortodoksları “sapkınlık”la suçlayan Vatikan var ki, “Sarığı külaha tercih ederim” meselesi bu zıtlıktan çıkıyor. Şu notu da ekleyeyim: Öyle kimsenin sarığı külaha tercih ettiği yok... Ortodoksların Vatikan’a kızgınlığının derecesini gösteren bir söz. Fatih’in hesabı bir denge ve açıkçası düşmanlığı kırma... Anadolu ve Rumeli’de gayrimüslimler bir ağırlık taşıyorlar. İlim erbabı bu meseleleri çok tartışmıştır.
Bir tarafta ise hakikaten gayrimüslimlerin din işlerine Osmanlı hiç karışmamış. Zarifi zaten bu hakkı teslim etmiştir. “Onları ilgilendiren din değil, vergi idi.” der.
Abdülhamid, Batı’dan güç alan Patrik’in direnmesiyle karşılaşır ve emeline ulaşamaz.

Yazarın Diğer Yazıları