'Din' tuzağı kuruyorlar
Başörtüsü için "din tuzağı" kuruluyor. "Din tuzağı" diyorum... Bunu başka türlü ifade edemezsiniz.
Önce şunu anlamalıyız... Başını örtü veya örtmedi, kimseyi ilgilendirmez. İslâm ikna dinidir. Tebliğ/teklif esastır. "Lâ ikrahe fî''d-dîn" ("Dinde zorlama yoktur") (Bakara, 2/256) (Buradaki mana hiçbir şeyde zorlama olmamasıdır.)
Saray''ın başörtüsünü Anayasa maddesi hâline getirmek istemesi bir tuzaktır. Halk oylamasına götürüp dini halkın tercihine bırakacak, evet demezsen "Lâ ikrahe fî''d-dîn" ayet-i kerîmesini akıldan silip "Sen günahkârsın!" diyecek. Din satıcılığıdır bu. (Başörtüsü meselesine sonra geleceğiz.)
Üzerinde durulması gereken bir husus bütün Türkiye''de pıtrak gibi biten medreseler. Her tarikatın, her cemaatin, kendi meşreplerine göre medreseleri var. İlim irfan hak getire. Geçen gün, bir medresenin soru testlerinden örnekler verdim. Sorular eğitimin yolunu ve kalitesini de ortaya koyuyordu!
Medreseleri dinî kisveye büründürüyorlar. Herkes, kendi dinini -evet, kendi dinini!- yaymakla meşgul.
Bir cemaat tehlikesini atlatalı kaç yıl oldu?! (Atlattık mı?!) Tarikatlar/cemaatler yine iktidar destekçisi görüntüsüyle her yere nüfuz ettiler. "Din"i kullanarak insanların beynine girdiler.
Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez''in "Medreseler legal olmalı, bir kısmını Kur''ân kursu yaparak legalleştirdik." demişti.
Önce sormak lâzım, medrese açılmalı mı? Hususiyetle "Dinî eğitim nasıl verilmeli?" sorusu, zamanımızda cevaplandırılabildi mi?
Medreseler, kelime olarak tedris yeri, okuma yeri, öğrenme yeri. Bu eskide kaldı. Başka mektep yoktu,. İnsanlar çocuklarını ister istemez, benim çocuğum okusun adam olsun, diye medreselere gönderirdi. On yıllar geçti, yüz yıllar geçti, "ilim" öğrenme sahaları değişti. İhtisaslaşıldı. Medreseler köhneleşti; miadını doldurdu.
Mustafa Kemal Atatürk deyince gözlerinden öfke fışkıranlara soruyorum... Onun şu sözlerine itiraz edebilirler misiniz?
İzmir''de Gümrük binasında 31 Ocak 1923 günü halkla yaptığı konuşmada medreseler hakkında bir soruya şu cevabı veriyor:
"Bizde en ziyade göze çarpan bir nokta vardır ki, o da herkesin bu gibi mesaile [meselelere] temastan içtinabıdır [kaçınmasıdır]. Medreseler ne olacak, evkaf ne olacak, dediğiniz zaman derhal bir mukavemete maruz kalırsınız. Bu mukavemeti yapanların ne hak ve salâhiyetle yaptıklarını sormak lâzımdır. Bizim dinimiz en makul ve en tabiî bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk etmesi lâzımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır. İslâm hayat-ı içtimaiyesinde hiç kimsenin bir sınıf-ı mahsus hâlinde muhafaza-i mevcudiyete hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler ahkâm-ı diniyeye muvafık harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz müsâviyiz ve dinimizin ahkâmını mütesâviyen [eşit olarak] öğrenmeye mecburuz. Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir. (...) Milletimizin, memleketimizin dâru''l-irfanları bir olmalıdır. Bütün memleket evlâdı kadın ve erkek aynı surette oradan çıkmalıdır. Fakat nasıl ki her hususta âlî meslek ve ihtisas sahipleri yetiştirmek lâzım ise, dinimizin hakikat-i felsefiyesini tetkik, tetebbu ve telkin kudret-i ilmiye ve fenniyesine tesâhub edecek [benimseyecek, sahip çıkacak] güzide ve hakikî ulemâ-yı kirâm dahi yetiştirecek müessesât-ı âliyeye mâlik olmalıyız."
M. Kemal''i sevmeyebilirsiniz tamam, Vahîdettin''i isteyebilirsiniz, tamam; ama, M. Kemal nasıl bu noktaya geldi? Düşünmelisiniz.