Dillerin Şifresi (1)
Dr. Yusuf Gedikli yanımdaydı. Ona şu cümleyi okudum:
“Şöyle böyle derken, sonsuz bir emek karşıma çıktı. Öyleyken, Türk hikâyesinin bitmez tükenmez bir hazine olduğunu ayırt ediyorsunuz. O hazineden yararlanılmış mı?” (Selim İleri, “Öyküler Çerçevesinde”, Zaman, 10 Mayıs 2015).
Cümleleri tartışmayı bir tarafa bırakıyorum, Yusuf Gedikli’nin bir yerde takılıp takılmayacağını anlamak istedim. Beklediğim gibi, “ayırt ediyorsunuz” sözünde takıldı.
Maksat “arı Türkçe” kullanmaksa, “hikâye” yi de, “hazine”yi de değiştireceksiniz. Yukarıdaki cümlenin yazarı, çoklukla “öykü” kelimesini tercih ediyor. Kelimenin birini diğerinin yerine ikame ediyorsanız, müteradif olarak kullanamazsınız. “Öykü” ve “hikâye”yi yerine göre aynı yazıda kullanmak dil zenginliği değildir. Bir diğer örnek: Hem “sorun” diyeceksin, ardından bir başka cümlede “mesele”yi kullanacaksın. Olmaz!
Şimdi “’ayırt ediyorsunuz’sözünde nereye takıldınız?” diye soracaksınız. Bahsedilen “tükenmez hazine” ayırt edilip ayıklanmıyor; yazar hazinenin farkına vardığını söylemek istiyor. “Fark” Türkçenin ruhuna işlemiş bir kelimedir. Arapçadan geliyor, diye atarsanız, dile ihanet edersiniz.
Mesele dilden açıldı. Dr. Yusuf Gedikli, uzun zamandır üzerinde çalıştığını bildiğim “Dillerin Şifresi-Dillerin Kökeni ve Türeyişi” kitabının birinci cildini getirdi. Eser üç cilt olacak. Dilciler, muhakkak, bu satırları okur okumaz dikkat kesilmişlerdir.
Yusuf Gedikli ilim âleminde bilinen bir isimdir. “Dillerin Şifresi” eserinde bir “nazariye” ile ortaya çıkıyor. Biz, çok mühimseneceğine inandığımız bir tartışmaya burada aracılık ediyoruz. Önce Y. Gedikli’nin dil görüşünden bahsedelim, sonra “nazariye”ye dönelim:
Yukarıda “arı Türkçe” konusunda tavrımızı ortaya koyduk. Y. Gedikli, bizim gibi düşünmüyor. “Arı Türkçe”nin -maalesef- yerleştirildiğini, onun için bazı kelimeleri kullanmaktan kaçamayacağımızı söylüyor. Kitabının ön sözünde şunları yazıyor:
“Dil konusunda arılaştırmacı yahut muhafazakâr görüşlerin birinden yana olmadık. İkisinden de yana olduk. Dile girmiş her kelimeyi benimsedik. Bu nedenle eserde zengin bir dil kullandık. Fakat yalın biçimde yazmaya özen gösterdik. Eserimizi içinden çıkılmaz yabancı terimlere boğmadık. Neşir kelimesini kullanmayan ve bunun arkasından datif, akkuzatif, nomenagentis, nomenactionis ve benzeri yabancı asıllı terimleri boca eden dilcilerin yolunu takip etmedik.”
Y. Gedikli “Sentezciyim.” diyor. Ben ise buna katılmıyorum. Yukarıdaki alıntıda “neden” edatını, “sebep” karşılığında kullanıyor. Hâlbuki “neden” soru zarfıdır. Orada kalmalıdır. Bu kelime “sebep” yanında; “yüzünden”, “ötürü”, “dolayı”, “naşi” ve hatta “vesile” kelimelerini öldürüyor. Tercih onun. Biz kitaba dönelim:
“Dillerin Şifresi”nin “Çalışmanın Genel Karakteri” bölümünde yer alan “Çalışmanın Konusu ve Hedefleri, Çalışmanın Maksat ve Vazifeleri, Sorunun İncelenme Durumu, Yapıtın İlmî Yeniliği, Yapıtın Nazari-Metodolojik Esasları...” ve daha başka alt başlıklarla dört dörtlük bir çerçeve çiziliyor.