Dilin gücü, ifadenin gücü
Bir mektup... “Marquez ve millî roman” tartışmasını üslûp üzerinden devam ettiriyor:
“Sayın Hocam, sıradan, orta halli bir okurum. İddialı olduğum bir hususta yazıyorum: Konunun uzmanları ve profesyoneller dışında, Marquez’in eserlerini Türkiye’de en iyi tanıyan ve özümleyen üç-beş kişiden biri olabilirim. Benim de şerhim var, konular içinde pornografik olaylar sık sık karşımıza çıkıyor. Rahatsız edici. Bu nedenle anlatım yönü çok üstün olan bir romanı en yakınlarınıza, meselâ çocuklarınıza önermekte tereddüt ediyorsunuz.
Ancak Marquez kitaplarından, herkesin öğrendiklerinden daha başka şeyler de öğrendiğimi düşünüyorum... Edebiyatçı falan değilim. Öğrendiklerimin en önemlisi; Türkçe’nin zenginliği fark ettirmesi... Yani bizim dilimizle de okunduğunda bir daha unutulamayacak kadar güzel cümleler kurulabiliyormuş. Şüphesiz büyük bir hayal gücünün üreticisi, büyük yazar. ’Yazarım’diye gezinenlerin ufuk ötelerinde yolları tozutmuş bir usta kalem. Elbet çeviri de önemlidir; lâkin işin başında ’dinamo’bir beyin olunca, çeviri de üst düzeyse, hangi dile çevrilirse çevrilsin o dilin röntgen filmi, yani kapasitesi ortaya çıkıyor.
Anlattıklarımın bilimsel değeri olmayabilir, ama bilmem kaç cilt İnce Memed’de aklımda kalan tek cümle yok. Küçümsüyor muyum, hayır, buna hakkım yok. Marquez İspanyolca yazmış, Türkçe ile ne alâkası var denirse, ben de başka bir dilden çevrilince bu kadar güçlü bir Türkçe anlatım çıkıyorsa en az aynı güçte Türkçe de yazılabilir, üretilebilir, diye düşünüyorum...” (N. Öztürk)
“Orta halli” bir okuyucunun çok kıymetli satırlarını okudunuz.
Marquez’i (1928-2014) hatırlatayım... Kolombiyalı yazar. Hemen bütün eserleri Türkçeye tercüme edildi. Ünlü tarihçimiz Prof. Dr. Kemal Karpat, Marquez’i üstelik asıl dilinden, İspanyolcadan takip etmiş ve “millî roman” üzerine fikrini yazmıştı. Kemal Karpat Hoca’nın bir tespitini buraya alacağım:
“Romanya’da doğup büyüdüm, Romenceye bütün incelikleriyle hakim oldum, dünya romanlarının yayınlarını Romen dilinde okuduktan sonra küçük yaşta Türkiye’ye gelip 1940’ların çok değişik politik ve sosyal ortamı içinde yaşamak zorunda kalınca, tek parti rejimine olan derin tepkim beni siyasete götürdü. Rejim o tarihlerde dil reformları adı altında ‘yeni’ bir Türkçe icat etmek çabaları sayesinde dili keşmekeş hale sokmuştu.” (“Gabriel Garcia Marquez ve Milli Roman”, Zaman, 2 Mayıs 2014).
Yeni Türkçe icat etme çabası veya dilin ölümü... N. Öztürk, “Bir dilden çevrilince bu kadar güçlü bir Türkçe anlatım çıkıyorsa...” diyor. Bir de “sağlam Türkçe” ile tercüme edilseydi... Daha önce Marquez’in müterciminin dilimiz üzerinde şikâyetlerini ve fikrimi köşeme ve bir kitabıma taşımıştım. Mütercim illâ “yeni Türkçe” diyor, Marquez’in kelimelerine yeni Türkçeden karşılık bulamamaktan yakınıyordu. Ya “sağlam Türkçe” ile tercüme edilseydi... Güçlü bir yazardan bize kazandırılan güçlü bir nâtıka olmaz mıydı!
Türkçemiz iğdiş edilmiştir. Artık bunu kabul edelim... Halkın Türkçesi başka, elit kesimin Türkçesi başka, belli basın-yayın organlarının Türkçesi daha başka... “Televizyon Türkçesi” diye bir kavram bile ortaya çıktı. İnsanlarımız bu cenderede boğuluyor; kelime haznesi değişiyor, daralıyor, kendisini ifade etmekte âciz kalıyor.