Dili de tasfiyeye itiraz
Prof. Dr. Sami Selçuk'i bilirsiniz... Eski Yargıtay Başkanı... Öğretim üyesi... Hukuk ve demokrasi üzerine çok sayıda kitabı yanında, Türkçemize dair "Önce Dil" (1993) adlı kitabı da vardır. Tercümeleri olduğunu da ekleyeyim.
Eskiden, sağlam Türkçe için "yaşayan Türkçe" derdik. Türkçeye yerleşmiş, Türkçenin malı olmuş yabancı dilden -medenî ilişkilerden dolayı- dilimize girmiş, yeni bir "mana" kazanmış kelimelerin atılmasına karşı çıkanlar, "yaşayan Türkçe"nin kullanılmasına taraftardılar. Artık "yaşayan Türkçe" kalmadı! Yeni bir dille karşı karşıyayız. Düşünün! Akademik hayattaki kendi çocuklarımın yazdıklarına, dile kafa yoran bir insan olarak müdahale edemiyorum!
Geçen cuma, Necip Âsım'ın dilimizdeki tasfiyecilik üzerine, Türk Yurdu'nda 1915'te çıkan makalesinden bir bölüm aktarmıştım.
Sami Selçuk Hocamız konuşmak istediğini bildiren bir not gönderdi. Kendilerini aradım. Tasfiyecilik üzerine şunları söyledi:
"Arslan Bey, ben eski Türk Kurumu'nun üyesiyim. Tasfiyecilikten söz ediyorsunuz. Dil Kurumu [TDK] hiçbir zaman tasfiyecilik yapmadı. TDK öneriyor... Diyor ki: 'Ben şu eski terimin yerine, eski sözcüğün yerine şunu öneriyorum.' Bir süre toplumu izliyor. Toplum onu benimserse sözlüğüne geçiriyor. Kurum hiçbir zaman tasfiyecilik yapmadı; öneri yaptı. Ama sürekli olarak TDK'yı ve özleştirmecileri [suçladılar]. Tabiî içinde tasfiyeciler olabilir; onlar tekil insanlar. Biz Türk Dil Kurumu'nun özelliğine bakarız. Özelliği bu. Nitekim Atatürk çok ileriye gitti, sonra fark etti, dönüş yaptı. Ama özleştirmeciliğinden hiçbir zaman vazgeçmedi. İkinci yanılgı da bu. Zannediyorlar ki, o vazgeçti. Burada çok önemli olan nokta: Batı'da bunun adı neolojizimdir [söz türetme]. Fransa'da 1868'de, İngilizce ve Japoncadan gelen kelimeler üzerine bu hareketi başlattılar ve o sırada TDK'ya, Türkçedeki yenileşme hareketinin nasıl olduğunu resmen sordular. Bunu orada inceledim. Belge de gönderdiler. Fransızlar şaşırtıcı bir başarı gösterdiler. Bu hareketlerin başında Chirac vardı, Giscard d'Estaing vardı. Bir tüzük çıkarttılar. Bu tüzüğe göre, her bakanlık yeni terimleri öneriyordu ve bu terimleri resmî gazetede duyuruyordu. O terimleri kullanmak, noterler gibi bazı kurumlarca zorunlu idi. Kullanmadığı takdirde para cezasına hüküm giyerdi. Yargıtay Ceza Kurulu'nun bu konuda çok önemli bir kararı var. Altı ay bekliyordu. Eğer toplum benimsemişse, ki özelliğini bizden esinlenmiştir, artık zorunlu olduktan sonra cezaî yaptırım uygulaması geliyordu. Benim kanaatimce dil hareketinin gelişmesi gerekir. Arapça, Farsça bilmiyoruz, kelimelerin kökenine inemeyiz. Ama Türkçenin kökenine kolayca inebiliriz. Türkçenin özelliği bu; ezbercilikten kurtarıyor. Türkçemiz kavram dili bakımından çok yoksul bir dil. Üretmek zorundayız. Mecburuz. Bir Amerikalı öğrenci orta öğretimini bitirdiğinde 71 bin sözcükle karşılaşıyor. Zenginliği görüyor musunuz! Dünyayı 71 bin sözcükle algılıyor ve yorumluyor. Bir Türk öğrencinin sözcük sayısı 5.700. Durum feci."
Dil meselesini çok tartıştık... Daha tartışacağız. Eski TDK Başkanı Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun da, Eski Edebiyatçı Prof. Dr. Ahmet Sevgi de bizde yazıyor. Elbette bu hocalarımızın da söyleyecekleri vardır.