Devlet Arşivi'nde kıyım

Tarih çalışmalarımda şunu gördüm: Eğer Çin kaynakları olmasa, tarihimizden habersiz kalacaktık. Bir noktadan sonra kör kuyu... Hâlâ öyle... Çinliler eski çağlardan beri tarihi yazıya geçirmişler. Türklerle ilişkilerini yazınca biz de kendi tarihimizi öğreniyoruz.

Elbette bir Çin medeniyeti yanında Türk medeniyeti var. Bu kesin. Çinin kültür istilasına rağmen, Çin'le iç içe girilmesine rağmen, Türkler kendi harfleriyle kitabelerini kazımışlardır. 8. yüzyıl yakın bir tarih ama, Orhun Abideleri'ni incelediğinizde, bu kültüre ulaşmak için, epey geriye gitmek gerektiğini hemen anlıyorsunuz. Her bir kitabe şaheser.

Çinliler sabit oldukları için, kalıcı eserler bıraktılar. Bizimkileri ya birbirlerine girdiler, ya düşmanla mücadele ettiler, sık yer değiştirdiler. Medeniyet yerleşik hayatla gelişir.

Keşke tarihimizin kayıtları zamanımıza ulaşabilseydi ve biz köklerimizi kendi kaynaklarımızdan öğrenebilseydik, kendi kaynaklarımızdan kendi tarihimizi kritik edebilseydik.

Çok geç olmakla beraber Devlet-i Aliyye-i Osmaniye bütün kayıtlarını muhafaza etmiş. Öyle ki padişahların haremdeki cariyelere yazdığı aşk mektuplarını bile saklamışlar.

Katar katar hurdaya çıkarıldığı, Bulgaristan'a satıldığı hâlde elimizde yine milyonlarca belge var. Ne kadar eleman çalıştırırsak çalıştıralım, tasnifi bitmiyor.

Arşiv hafızadır. Kayıt altına alınmazsa, bir süre sonra insanlarımız mankurtlaşır; ne kendimizi biliriz, ne dünyaya karşı kendimizi savunuruz. Tarihe de, insanlığa da hizmet edemeyiz.

Osmanlı Arşivi olmadan, Türkiye tarihini bırakın, dünya tarihi yazılamaz.

Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı kurulunca, Başbakanlık Osmanlı Arşivi bu başkanlığa bağlandı. Yeni sistem geldi. Devlet baştan aşağı dizayn ediliyor.

Baştan aşağı dizayn etmeyi kimileri, "yıkmak" anlamış olmalı ki, çok zor şartlarda yetişen Osmanlı Arşiv uzmanları, ilgisiz yerlere sürüldüler. Ya birilerinin tarihimize düşmanlığı var ya "yıkıcılar" bir cemaat bağlantılı, liyakatine bakmadan kendi adamlarını yerleştirip arpalandırmak istiyorlar. (Sonra "paralel" yapılanmaya gitmek ve ardından, belki bir darbeyle iktidarı almak isteyeceklerdir. Bu sözlerim ne kadar tanıdık değil mi? Ama hakikat!). İdeolojik tavırsa diyeceğim; ancak, liyakat esasken hiçbir surette "ideoloji" aranmaz, aranamaz. İster "Siyasî İslâmcı", ister "Milliyetçi Ülkücü", ister "ateist", ister "komünist", ister "sosyal demokrat", ister "tarikatçı", ister "cemaatçi" olsun, duracağı yeri bildikten, kanuna, nizama uyduktan sonra kimsenin bir söz etmeye hakkı yoktur. Yeter ki, bulunduğu yeri hak etsin.

Burada sözü, Kerime Yıldız'a bırakacağım. Kerime Yıldız, yıllarca Osmanlı Arşivi'ne emek vermiş, vesikaların küflü tozunu yutmuş bir araştırıcı, bir yazar. Oradan emekli. R. T. Erdoğan'a açık mektup yayınlamış. Şöyle diyor:

"15 Temmuz gecesi milletin başında dik durduğunuz gibi, ecdâd yâdigârı 'Hazîne-i Evrâk'a yapılan bu ihânete karşı da dik durun.

Çünkü milletin hâfızasına yapılan ihânet, 15 Temmuz ihânetinden ağırdır.

'Milletlerin birikmiş kudretleri, nesillerin hatâsının üzerinden atlar geçer.' diyor, [Ahmet Hamdi] Tanpınar.

Hâfıza kaybolursa hatâların üzerinden nasıl atlayıp geçeceğimizi nereden bileceğiz?" (Devam edeceğiz.)

Yarın bayrama uyanacağız. Bayramınız kutlu olsun.

Yazarın Diğer Yazıları