Dersim tartışmalarından nereye varılır?

“Dersim tartışmaları”ndan elde edilmek istenen “zâhir” ve “bâtın” sonuç nedir?
“Zahir”e baktığımızda “hesaplaşma” veya “yüzleşme” karşımıza çıkıyor. Ne güzel? Geçmişin hatalarıyla yüzleşiyoruz ve acı çekmiş insanların ahfadının gönlünü alıyoruz....
Acaba böyle mi?
Bu soruyu sorduğumuz an karşımıza tartışmanın “bâtın”ı çıkar.
Siyasîler neden şimdiye kadar böyle bir tartışmayı gündeme getirmediler de Ak Parti yönetiminde eski defterler bir bir açılıyor?
“Yüzleşme” veya “hesaplaşma”daki hedef Dersim’e niçin harekât yapıldığı mı, yoksa “eşkıya” tenkil edilirken işlenen hataların telâfîsi mi?
“Hataları görelim” denmiyor; “Geçmişle yüzleşelim” deniyor. O zaman tartışmanın “bâtın”ına bakmalıyız!
İşin “bâtın”ı, “eski defterler”i açanların kimliklerinde... Kısaca ideolojik yapılarında...
Ak Parti yönetimi, temyiz gücünü kazanmaya başladıkları ilk gençlik yıllarından itibaren “geçmişin hesabı”nı görme ihtiras ve iştiyakıyla yetişmişlerdir. “Tahlil” yok; “hesap” var. Bunu bildikten sonra konuşalım!

***

Bugünden itibaren birkaç gün sürecek bir tartışmaya giriyoruz. Doç. Dr. Baran Dural, siyasî tarih ve siyaset bilimi üzerine kafa yoran ilim adamı. Bu köşede zaman zaman ismi geçer. Mustafa Kemal ve Milliyetçi Hareket üzerine yazmıştır. Son kitabı “Pratikten Teoriye Milliyetçi Hareket”tir. 624 sayfa içinde iki cilt bir aradadır. Bunun bir de üçüncü cildi var ki, Milliyetçi Hareket Partisini kuruluşundan bugüne getirecek. Sanırım, bu cilt bir iki ay içinde yayınlanır.

***

Doç. Dr. Baran Dural, Dersim tartışmalarından yola çıkarak çok enteresan bir noktada meseleyi “yurttaşlık” kavramıyla ilişkilendiriyor. Bu kavramı sonra ele alacağız.
Doç. Dr. Dural, “Öncelikle son dönemde gündeme getirilen ’Dersim tartışması’nın, yakın-orta ve uzun vadeli sonuçları olduğu, bu tartışmaya katılan tarafların tümünün ise sorunu, ‘üç boyutlu oyun kuramı’ çerçevesinde algılayabilme potansiyeline sahip olmadıkları görülüyor” tespitini yaptıktan sonra tartışmayı başlatanların nereye varmak istediklerini analiz ediyor:
“Her taraf tartışmayı algılama- değerlendirme potansiyeli çerçevesinde katılıyor. Tartışmanın kısa ve iç-siyaset bakımından kârlı yönü, hazır CHP’nin başında Tunceli kökenli bir Genel Başkan bulunurken ve bu Genel Başkan sanılanın aksine, ülkenin başat sorunlarına karşı toparlayıcı- radikalizmden uzak tutumla yaklaşırken CHP’ye saldırıp, merkez- sol partiyi kendi seçmen kitlesi önünde zor durumda bırakmak ekseninde düğümleniyor.”
Ak Parti, Dersim tartışmasıyla, başında bir “Dersimli” olan CHP’de “iç kanama”ya mı yol açıyor? Doç. Dr. Dural devam ediyor:
“AKP, iç çelişkilerinden kaynaklanan Alevi sorununu, sol Alevi hareketi parçalayarak ‘katlanılabilir boyuta’ indirgeyecek. Bu bağlamda partide Baykal ile yıldızları hiç barışmayan, devletin ‘ceberrut yönüne’, vurgu yapan radikal CHP’liler, partiyi içeriden bölme aygıtı olarak kullanılacaklar. AKP yönetiminin ülkedeki tüm kötülükleri CHP’ye fatura eden, bunu yaparken de Türk halkının kendi tarihini hemen hiç bilmemesinden güç alan, ‘siyasal dolmuş edebiyatı’, ülke genelinde tutmuş görünüyor. Öyle ki, iktidardaki siyasal İslamcı söylem günün birinde, ‘Kör kadının evine giren lağım faresini adama iyilik olsun diye CHP öldürmüş’ dese, halkın önemli kısmı, ‘Vay lağım faresinin yaşama hakkı yok muymuş. Ceberrut CHP’ diye sızlanmaya başlayacak noktaya getirildi.”
Baran Dural’ın bu tespiti tartışılabilir ama ayrıntıya girmeyecek, görüşünü bir bütün olarak vereceğim. Dural şöyle devam ediyor:
“Dersim tartışması’nın orta- uzun vadeli getirisi ise daha çetrefilli. Bilindiği gibi 12 Haziran seçimlerinin ‘istenen sonucu’, Türk siyasetinin iki partili dar bir zemine hapsedilmesi beklentisine indirgenmişti. Böylelikle TBMM’de yer alacak bir sağ ve sol partiye karşı az sayıda bağımsız milletvekilinden oluşan yapı, Türk seçmeninin yüzde 70 çoğunluğu genellikle sağ partilere oy verdiğinden, iktidar partisinin kendi başına kuralları saptayıp, siyaset oyununu şekillendirmesiyle sonuçlanacaktı. Bu, ‘tehlikeli istikrarlılık’ süreci içinde oluşacak ‘sert hâkim parti’ sistemi, yargının- devlet kuruluşlarının siyasallaştırılmasıyla beraber, ‘olağanüstü’ devlet yapısının iktidarının kurulmasıyla neticelenecekti.”
Buradan nereye geleceğiz? Sonraki yazıda.

Yazarın Diğer Yazıları