Demek sınıf atladık...
Başka bir konu yazacaktım. Tam yazıya başlayacaktım ki şu gazeteye de bir bakayım dedim. İşte karşıma bir köşe yazısı çıktı.
Bismillah...
Daha birinci cümle ve peşinden gelen ötekilerle paragrafa giriş aynen şöyle: "AK Parti iktidara geldiği ilk günden itibaren gerek ekonomide, gerek siyasette, gerekse dış politikada hep demokratik dünya vizyonuyla hareket etti..." İster istemez konuyu değiştirdim.
Ak partinin demokratik bir vizyonu hiç olmadı. Onun için demokrasi bir araçtı. Zaten bunun böyle olduğunu bizzat Tayyip Erdoğan kendi cümleleriyle kaç kere söyledi.
O günlerde Türkiye'de ve dünyada AKP'ye "bunlar İslamcı. Sert ve katı bir rejim peşindeler herhalde" gözüyle bakılıyordu. İktidara yeni gelmişlerdi. AKP'liler, "Aslında siz bizi marjinal sanıyorsunuz ama öyle değiliz. Biz, sizin sandığınız gibi katı şeriatçılar da değiliz" mesajı vermek için ülke ülke geziyor, AB ile iyi ilişkiler kurma peşinde adımlar atıyorlardı... Bu sebeple yurt dışı gezilerinde samimi, sıcak, demokrasiyi benimsemiş ama dindar kimseler havası estirdiler.
Kısacası fırtına ekiyordular.
Gizli ajandaları olduğu sonradan ortaya çıkacaktı. "Osmanlıcı" olduğunu söylemeye başlayacaklardı. Her fırsatta Atatürk karşıtlığı üzerinden yeni rejim kurmak istediklerini belirteceklerdi. Öyle ki içlerinden bazıları çıkacak "Kurtuluş Savaşı olmadı" bile diyecekti...
Pek çok yazar ve çizer takımı, Kurtuluş Savaşı yıllarındaki ihanet ağzıyla, o günkü Ali Kemaller gibi yazıp çizecekti.
T.C.'yi kaldırma cüretinde bulunacaklar, okullardan "andımızı" silip atacaklar, Arif Nihat Asya'nın dini içerikli şiirlerini ezberden okuyacaklar ama "Bayrak" şiirini okul kitaplarından kaldıracaklardı.
Bir taraftan Ziya Gökalp'in camilerin kubbelerini miğfere benzeten, minareleri süngü yerine koyan şiirlerini okutacaklardı ama ders kitaplarından adını sileceklerdi.
En önemlisi tarihten bu tarafa devleti kuran esas toplumu yok sayacaklardı. "Türk" adı kendilerine zor gelecekti. Adım adım kapalı rejim inşası yürütülecekti.
Yazarın paragrafına devam edelim:
"İktidarın 2011'e kadar olan genel fotoğrafına baktığımızda; ekonomide Türkiye'yi bir üst lige taşıyan somut iyileşmelerin yaşandığını, demokratikleşmede dünyanın ilgisine mazhar olacak düzeyde standartların yükseldiğini, dış politikada ise Amerika'dan Avrupa'ya, Orta Doğu'dan komşularımıza ve Afrika'ya kadar geniş bir yelpazede hatırı sayılır diplomasi cazibesi oluşturduğunu görürüz."
Yalana bak...
Demokrasinin standardının, dibin de dibine geçtiği dönem AKP dönemidir.
2011'e kadar okulları ve eğitimi şimdi "paralel" dedikleri adamlara teslim ettiler. Adamlar, kendi fikirdaşlarını köşe başlarına yerleştirmek için elinden geleni yaptı. KPSS sınavlarını kazanan binlerce insanın oluk oluk hakkını yediler. Soruları bile çaldılar. Halen daha mahkemeleri sürüyor. Paralelden sonra kendileri aynı devlet kadrolarını haksız, hukuksuz ve de tam anlamıyla kayırmacı, partizan bir anlayışla tek tek ele geçirdiler.
Bu yazıp söyleyen, kalemi her nasılsa eline geçmiş ve vicdanı meçhul arkadaş da tutmuş demokratikleşmeden bahsediyor. Ve bunca haksızlığı hak diye savunuyor. Sorsanız bu ve bunun gibilerin hepsi iyi Müslüman. Çok dindar insanlar. Dini kimseye bırakmıyorlar...
Halbuki dini ve onun değerlerini işte böyleleri yerin dibine soktu. Bütün bu olup bitenler; binlerce din adamının, imamın, müftünün ve "dindarım" diyen gazetecinin, aydının, gözü önünde oldu ve hiçbiri insanlığın çığlığını duymadı. Haklar yenilirken, adalet çiğnenirken, hukuk alaşağı edilirken seccadenin başında zafer kazanmış edasıyla dimdik durdular...
"AKP, ekonomide bir üst lige taşımış Türkiye'yi.."
Ne demezsin...
Bırak sosyalciyi, mühendisi, teknikeri, iş bulamıyor Türkiye'de. Kalifiye elemanlar, asgari ücretle yaşam kalitesi sıfır seviyede hayata tutunmayla çalışıyor. İşsizlik milyonları geçmiş... Ekonomide sınıf atladık öyle mi?