'Davutoğlu'na karşı neden sessizler?
Ahmet Davutoğlu'nun Saray Mukîmi'ne karşı sarf ettiği sözleri, bir başkası, kıyısından köşesinden tivitleseydi, hemen soruşturulur, sabaha karşı evi basılır, bilgisayarına, telefonuna, varsa kasetlerine ve hatta varsa eski zaman plaklarına ve hatta kitaplarına el konulur, kendisi emniyete çekilir, savcılıktan usulen dört günlük gözaltı süresi alınır, savcı suçsuz olduğunu bile bile, "Üzerimde kalmasın; HSK hakkımda inceleme başlatır, hâkimler karar versin." der ve mahkemeye gönderir; hâkimler de, akılları HSK'da, "Ne yapsak acaba? Tutuklasak da mı muhakeme etsek, tutuklamasak da mı muhakeme etsek..." tereddüdü geçirir, HSK'da eski sınıf arkadaşı bir hâkim varsa, "Tutuklasam vicdanım el vermiyor, tutuklamasam, başıma bir iş gelir endişesi taşıyorum... Sen oradaki vaziyeti bir yokla. Ne yapsam? Adam demokratik hakkını kullanmış, tenkidî bir şeyler yazmış. Vicdanım tutuklamaya el vermiyor." dese; HSK'daki arkadaşı "Bilmiyorum ne yapsan..." tereddüdü geçirse, hâkim bu tereddütten tutuklaması gerektiği neticesini çıkarır ve vicdanı sızlaya sızlaya adamı içeri atar.
Abarttığımı düşünebilirsiniz. Türkiye'de adaletin nasıl işlediğini anlatmak için basit kelimeler seçtim. Örnekleri mebzul. Kimlerin böyle içeride tutulduğunu isim isim sayarsam, savcıları, hâkimleri dolaydan açıklamış olurum. Bu da şu zamanda mümkün değil tabiî.
Geçmişte bana gelen bir mektup hâlâ içimi sızlatır. Bir hanım hâkim, arkadaşı avukat mıydı, savcı mıydı, aklımda değil; yukarıdan gelen emirle tutuklamak mecburiyetinde kalmış ve sonra boynuna sarılarak gözyaşı dökmüştü.
A. Davutoğlu'nun öteden beri sarf ettiği, tenkit sınırlarını zorlayan sözlerine bakın...
"Yukarısı" "Nasıl olsa dar bir çevre sesini duyuyor. Bize tesir etmez." diye mi düşünülüyor?
Siyasette hiçbir soru, hiçbir itham cevapsız kalmamalıdır. Hiç beklediğiniz bir yerden gelir sizi vurur.
Eğer cevap vermiyorsa, ister istemez insanların zihinlerinin bir köşesinde, "Bir çekindikleri var ki, ithamlara cevap veremiyorlar." hükmü yerleşecektir.
Gazetemizde okumuşsunuzdur, A. Davutoğlu, şu sözleri daha yeni söyledi:
"AK Parti'deki bozulmayı meşru ya da mazur göstermek için söylemiyorum, ama daha önceki dönemlerde olan hortumlama, hayali ihracat gibi şeylere baktığımızda insanın doğasında var maalesef. AK Parti yaşamayabilirdi, gelirken tanımı koymuştu. 'Yolsuzlukla, yasakla ve yoksullukla savaşacağım' dedi. Savaşacağın şeye teslim olmuşsun demektir. (…) Herkes kendi akrabasını bir yere getirmek için mücadele ederse, ihaleler şeffaf olmazsa herkes kendi yakınına şirket kurdurur, olan oydu, gördüm. Herkesin çocuklarını siyasete sokmaya çalıştığını gördüm… Yukarıda iyi örnekler oluştuğunda toplum çok çabuk intibak ediyor. Ama bakın bugün gençler dinî hayattan soğuyor."
Şehir Üniversitesi, A. Davutoğlu'nun öncülüğünde kuruldu. Bir devlet üniversitesine bağlandığı hâlde, mevcut kanun yetersiz görülünce yeni kanun çıkartıp kapatıldı. Binlerce öğrencinin kalbi kanatıldı. Her biri bir tarafa savrulacak, düzeni bozulacak. Belki okumaktan vazgeçecekler...
A. Davutoğlu, Şehir Üniversitesi'nin kapısına kilit vurulunca öyle ağır sıfatlar kullandı ki, karşısında hiç ses eden olmadı. Savcılar bile harekete geçmedi!
Çok merak ediyorum... Cevap vermesi gerekenler nereye kadar susacaklar? Yoksa bir iyilik(!) mi düşünüyorlar!