Davadan düşmanlığa
Gördünüz mü bir zamanlar "dava arkadaşımız" olanların, partiden ve dolayısı ile çıkar ortaklığından ayırınca ne hale geldiğini? "Yeni oluşum" denilen, AKP'den ayrılanların partileşme aşamasında siyasetin dili nasıl da değişiyor değil mi?
Önceki gün İstanbul Üniversitesinin borçları üzerinden tartışma başladı. Eski Başbakanlardan Ahmet Davutoğlu'nun kurulmasına destek verdiği İstanbul Üniversitesi, Halkbak'tan kredi almış ve borçlarını ödeyemiyormuş. Ayrıca, bir vakıf üniversitesi olması hasebiyle, kullandığı arazi kendisine ödünç verilmesine rağmen onlar bu kıymetli araziyi kendilerine mal etmek istemiş. Ve borçlarının ödenmesi için eski Cumhurbaşkanlarından Abdullah Gül Şimdiki Cumhurbaşkanımızı arayarak "sen bunu çözersin" diyerek destek istemiş.
Böylece İstanbul Üniversitesi'nin bizzat Cumhurbaşkanımızın ağzından kendilerine geçici olarak verilen kamu arazisinin üzerine konduğunu, buna ortak olanların da eski Başbakan Davutoğlu ile Ali babacan, Mehmet Şimşek gibi eski bakanlar olduğunu öğrendik.
Ve siyaset ısındı.
Bu gelişmeler bize ilerde nelerin yaşanacağının yanında, Türk siyasetinin içinde bulunduğu siyaset sosyolojisinin özelliklerini de haber veriyor.
Peki yeni dönemde bizi neler bekliyor?
BİR: Yeni partiler daha kurulmadan, suçlamalarla karşılaştığına göre, siyaset bu karşılıklı suçlamalarla yol alacak.
İKİ: Türkiye karşılıklı suçlamalardan siyasal kirliliğin boyutlarını öğrenecek.
ÜÇ: Yeni kurulan partiler "davaya" ihanetle suçlanacak.
DÖRT: Siyaset kendi kısır döngüsünü buradan yaratacak ve hepimiz, televizyonlarda bu çatışmanın ve gerilimin nedenini niçinini tartışacağız.
ALTI: Yeni kurulacak partiler, sürekli suçlamalara cevap verir pozisyonda kalacak ve kendilerini yeterince anlatamayacaklar.
İşte tam bu noktada asıl sorulması gereken soru şu olmalı: İstanbul Üniversitesi kamu arazilerini üzerine geçirdi geçireli bunu bilen sayın iktidarımız ne yaptı? Toplumun ve yönettiği devletin çıkarlarını korudu mu?
Gelelim siyaset sosyolojisinin ders defterine. Türkiye'de "dava" partilerinin davadan ayrılanlar sorununda hangi toplumsal ilişkiler ders defterine not alınacak?
Şu görüşler olabilir:
BİR: Dava arkadaşlığı denilen şey, aslında siyasi çıkara bağlı. Eğer, çıkarı bozmuyorsan ve her zaman senin için belirlenen yolda ilerliyorsan, boynunu büküp önceden katıldığın gruba bağlılığını sürdürüyorsan mesele yok. Ancak bir şekilde boyun eğmeyip itiraz ediyor ve grubu terk ediyorsan hainsin. Hatta düşmansın.
İKİ: Her zaman partiyi (grubu) terk edenler hatalıdır. Parti ne yaparsa yapsın ne kadar hatalı davranırsa davransın asla kusurlu değildir.
ÜÇ: Birey olarak sen önemli değilsin. Yeteneklerinin, başarılarının, zekanın, bilgi ve becerilerinin hiçbiri önemli değildir. Önemli olan partidir. Sen her ne başarı elde etmişsen bunu partine borçlusun, bilgilerine ve yeteneklerine değil. Bunun böyle olduğunu unutmayacaksın.
DÖRT: Dava, liderin tanımladığı, anladığı gibidir. Lider ne diyorsa dava o olduğu için de partiden ayrılırsan lideri terk ettiğin için davanı da terk etmiş olursun.
BEŞ: Partiden ayrılabilirsin ama unutmamalısın ki kendinle birlikte kesinlikle davanı alıp gidemezsin. Davan, ayrıldığın partide kalır, sen davasını yitirmiş biri olarak oradan ayrılmış olursun.
ALTI: Dava denilen şey, kitle kontrol aracıdır. Eğer parti üyelerini sürüye dönüştürüp, her istediğini (özellikle de parti üst yönetiminin ve bilhassa liderin) kabul ettirmek istiyorsan özellikle bir kutsala (davaya) ihtiyacın olacaktır. Davan, sahici gerçeklerden ortaya konulmuş olsa bile ilerde parti iktidarının çıkarına hizmet ettiğinde ayırılanlar itiraz edemez.
İşte bu siyaset sosyolojimiz, ne yazık ki sadece AKP'nin de sorunu değil. Hepimizin genel sorunu.
Ve bir not daha: Siyasetin içinde bulunduğu bu durum, aynı zamanda patolojinin ta kendisi.