CHP yol ayırımında (4)

CHP’nin 2018’de kabul edilen parti tüzüğünün birinci maddesi şöyle sıralanır:

“(1) Cumhuriyet Halk Partisi; MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ün liderliğinde, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ve Kuvayımilliye’nin devamı olarak 9 Eylül 1923 tarihinde kabul edilen “Parti Tüzüğü” ile kurulmuştur.

(2) Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucusu, ilk Genel Başkanı ve değişmez önderi MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’tür.

(3) Cumhuriyet Halk Partisi, programındaki anlamlarıyla Atatürkçülüğün “Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik” ilkelerine bağlıdır.

(4) Cumhuriyet Halk Partisi, başta Kurtuluş Savaşımız olmak üzere Aydınlanma ideallerini, emek mücadelelerini, sosyal demokrasinin özgürlük, eşitlik ve dayanışma ilkelerini benimseyen çağdaş demokratik sol bir siyasal partidir.”

*

“Sol” ve türevleriyle Mustafa Kemal Atatürk’ü bağdaştırmak mümkün değildir. Burada Mustafa Kemal’in, komünist/sosyalist hareketlere karşı kesin tavrı ve millî hassasiyeti üzerinde sık durduk. Hâliyle CHP tüzüğünün ilk maddesi çelişkilidir.

CHP’nin zaman zaman değişen çizgileri üzerine yapılan araştırmalar şunu gösteriyor: CHP “sol” dedikçe oyu belli sınırda kalıyor.

Sınırı aşmanın yolu olarak “CHP'nin siyasî dilinin sosyal demokratik çizgiden sağ-muhafazakâr bir siyaset diline doğru kaydığı”na dair yorumlar yapılmaktadır.

CHP, Avrupa Sosyalist Partisi’yle ilişkilidir. Avrupa Sosyalistler Partisi, Sosyalist Enternasyonal üyesidir. Türkiye’de Avrupa Sosyalist Partisiyle ilişkili bir parti daha gösterilir: HDP!

Avrupa’da sosyalizm nasıl anlaşılırsa anlaşılsın bizim dışımızdadır. Türkiye’de doğrudan komünizmle bağlantı kurulur. Ülkemizde komünist partiler vardır... Bu partilerin siyaset dilinde sosyalizm ve komünizm eş değerdedir.

Halkımızda “komünizm” deyince, akla Sovyetler gelir, Kızıl Çin gelir, Kuzey Kore gelir, Fidel Castro’nun Küba’sı gelir... Rusların işgalinde kalmış, sonra Sovyetler Birliği’ne dâhil edilmiş Türk ülkeleri gelir... Ve “Komünist/sosyalist” deyince “dinsizlik” gelir...

Bunları herhangi bir maksatla yazmıyorum. Elbette, ülke bütünlüğü savunulduktan sonra her partiye yer vardır.

Yine Bülent Ecevit’i hatırlatacağım. Bülent Ecevit, genel başkanlık için İsmet İnönü’nün karşısına geçtiğinde neyle suçlanmıştı? Parti içinden diyebileceğimiz bir akademisyenin kaleminden okuyalım:

“5 Mayıs 1972'de Kurultay eski delegelerin katılımıyla toplandı. İnönü her yolu denedi; hasta adam, ülkenin kurtarıcısı ve Cumhuriyet'in kurucusu rollerini oynadı. Ecevit ve arkadaşlarının sorumsuz sosyalistler olduğunu, bu nedenle onlarla çalışamayacağını ve eğer Ecevit taraftarlarının hâkimiyetindeki merkez yürütme kuruluna güvenoyu verilirse istifa edeceği uyarısında bulundu. / Muhafazakârların iddiaları, anti-Kemalizm ve komünist suçlamalarına dayanıyordu. Ecevit ve arkadaşları iddialarını parti demokrasisi, Partinin "parti örgütleri" tarafından yönetimi üzerinde temellendirdiler.” (Prof. Dr. Ayşe Güneş-Ayata, “Türkiye’nin Demokratikleşme Sürecinde Ortanın Solu Hareketi”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, C. 50, S. 3, 1995)

Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, Ecevit, karizmasıyla partisinin oyunu belirli seviye çıkarmış; ancak, tek başına iktidar olacağı sayıya ulaştıramamıştır. Demokratik Sol Parti’yi kurduğunda da en çok oyu, milliyetçi hislerin dorukta olduğu zamanda, onun azınlık hükümeti başbakanı olduğu sırada, PKK’nın başı Abdullah Öcalan Kenya’dan getirildiği dönemde aldı. Ardından koalisyon hükümetini kurdu. Bunu bizzat İmralı’da, duruşmaları takip ettiğim sıralarda, şehit yakını ailelerle görüşmelerimde de teyit ettim. Hepsi oylarını “Ecevit’in partisi”ne verdiklerini söylemişlerdi.

Ecevit, ülke bütünlüğünü esas aldı. Belli yerlerde oy alamayacağını bile bile bölücü hareketlere karşı tavrını net ortaya koydu.

Söz açılmışken, Ecevit’in Türkçü/milliyetçi yönünü de hatırlatmak istiyorum. Onun, 1990’lı yıllarda, “Turancı” olmuş, dedirten sözler ettiğini daha önce burada yazmış ve o sözlerden örnekler vermiştim. Diyeceksiniz şimdi, 1999’da MHP ve ANAP’la koalisyon kurarken, ANAP için hiçbir şey demediği hâlde, MHP’ye ağır sözleri, Rahşan Ecevit adıyla neden etti? Bunu da 12 Eylül öncesi, bir türlü vazgeçemediği peşin hükümlere bağlayabiliriz. (Alparslan Türkeş, Ecevit’e, ağır ithamlarına cevap olarak, 12 Ocak 1975 tarihli bir mek­tup göndermişti. Bu mektubu sonra “Anarşi ve Ecevit” kitabına aldı. Biz de “Alparslan Türkeş ve Liderlik” kitabımızda verdik.)

Yeri geldi, hatırlatayım... Ecevit, ilk gençlik yıllarında “Türkçü” yönüyle öne çıkmıştır. 1943 yılında, Reha Oğuz Türkkan’ın çıkardığı Gök Börü dergisinin 6. sayısında “Tuna” başlıklı şiir “Türkçü” yönüne bir örnektir:

Bir destanın yasları gibi yükselir
Tuna kıyılarında Türk kaleleri.

Bu kalelere girme, belki ürkersin:
Taştan duvarlarında bu kalelerin
Yarasaların kanat sesi parıldar
Tarih içinde söndü artık kılıçlar.

Kalelere yaklaşma, belki korkarsın;
Baykuş seslerinde bir ağıt duyarsın
Kale mazgallarının en yükseğinde...

Tuna kıyılarında Türk kaleleri...
Vidin, Silistreden Mohaca kadar,
Tuna kıyılarında Türk kaleleri...

Bayram sabahları bu burçlar üstünde
Beyaz ay yıldızlı al bayrak çekilmez;
Ve Tunanın koyuca mavi göğsüne
Sipahi akisleri bir, bir dizilmez.

Bir yaslı günden beri, güzel Tunaya
Yabancı gelir bu aktığı toprak;
Sabahları güneşin doğduğu yana
Akar Tuna içinde hasret yanarak...

Sor Tunaya nedendir bu ağlayışı
Baykuşun bütün gece öten sesinden
Yüksek mazgallarda bir ağıt duyunca!

Sor Tunaya nedendir bu ağlayışı
Rüyasında bir TÜRK’ün aksi durunca.
Bülend ECEVİT

*

CHP, silkelenmeli şöyle bir düşünmeli: Biz nasıl iktidara geliriz?

Yazarın Diğer Yazıları