Çaresizlikten hırsızlığa yöneliyorlar
R.T. Erdoğan her gün, sabah, öğle, akşam konuşuyor. Sanırsınız ki, ortalık güllük gülistanlık. Öyle bir pembe tablo çiziyor ki...
İçimi sızlatan şu yaşanmışlığı lütfen okuyun.
Gazeteci tecessüsüyle yaygın marketlere uğrarım. Elbette kendi ihtiyaçlarımızı da karşılarız ama hususiyetle alıcıların tavrını ve etiketlerin değişkenliğini takip ederim. Alıcılar arasında "Aaa çok pahalanmış!", "Dün etiketi 9,50 idi, bugün 11,50" gibi konuşmalar kulağınıza çalınır. Arada 19,50 olanın, 17,50''ye indiği de olur. Çok seyrek... Göz boyama. Bir şey daha dikkatimi çekti. Marketlerde, bir kuruş, on kuruş farkıyla etiketler pek konmuyor. Hani güya 25,00 değil; "24,90", güya 32,00 değil, "31,99"... Birçok vitrinde böyle etiketleri görürsünüz ama yaygın marketlerde pek az karşılaşırsınız. Muhtemelen peşin para ödeyenler, 10 kuruşun, 1 kuruşun iadesini bekliyorlardır. Tartışmaya girmemek için etiketleri düzlemişlerdir.
İçimi sızlatan yaşanmışlık... Markette, kiloluk tereyağı kutusunda ne zamandır bir adet tereyağı paketi görüyorum. Hâlbuki önceleri o kutu dolu olurdu. Herhâlde, diğer satıcılara göre burası ucuz, insanlar kapışıyor, diyordum. Birinde kutuyu boş görünce, market çalışanı genç kıza -mal yüklü tekerlekli bir arabayı çekiştiriyordu- tereyağının gelip gelmediğini sordum. O da arkadaşına sordu. O çocuk bir tabure aldı, boş tereyağı kutusunun olduğu raf sırasının en üstünde bir kutuya elini azıttı. Şaşırdım, "Niye aşağıya koymuyorsunuz?" dedim.
"Çalıyorlar!" demesin mi?!
Şaşkın şaşkın yine sordum: "Nasıl yani?!"
"Tereyağı pahalı. Alamıyorlar. Kaç defa yakaladık. Biz de çareyi birer tane koymada bulduk." dedi.
Bu, hırsızlığı alışkanlık edinmiş insanların işi değil; çaresizlerin işi. Muhtemelen başka malları da çalıyorlardır.
Dönem dönem böyle sıkıntılar yaşanmıştır. Turgut Özal, 26 Mart 1989''da yapılan mahallî seçimlerde, fiyatlardaki anormal yükselme yüzünden özellikle büyük şehirlerde belediye başkanlıklarının çoğunu yitirdi. Bülent Ecevit, 1979''daki ara seçimlerde ve hatta 2002''de genel seçimde halkın temel ihtiyaçlarını karşılayamayınca düştü. Ama böyle çaresizlik hırsızlıklarını duymadık. Belki olmuştur, ama yaygınlaşmadığı için söz konusu edilmemiştir.
Bir tarafta "faiz" iniş çıkışı, bir tarafta "nass" ısrarı, bir tarafta "ortodoks-heterodoks" tartışması.
"Faiz", "nass" ve "ortodoks-heterodoks" dediğin an, rejimde köklü değişikliğe doğru adım adım gidilmek istendiğini görürsünüz. Araya "İslâm" katılınca, insanlarda tereddüt doğuyor. "Acaba?" sorusu akla çengel atıyor.
İtiraz etsen, seni din dışı görürler mi?!
"Din"i tekellerine aldıkları için, hiç tereddütsüz, sen "acaba?" dediğin an din dışısın! İstersen, sabah namazı da dâhil bütün vakitlerini camide kıl! Öyle bir tekelcilik.
Öte yandan kendi zamanlarında insanların neden ateizme, deizme yöneldiklerinin sorusunu cevaplandıramıyorlar.
Meselâ; CHP''li Özgür Özel''in, Diyanet''in, tarikatların/cemaatlerin Millî Eğitim''e el atıp okul öncesi din eğitimine girmesini "Orta Çağ" zihniyeti olarak nitelemesi, CHP''yi "ezelî düşman" görenlere malzeme verip harekete geçirdi. "Orta Çağ" kavramının cümle içinde geçmesi yetti. Yüklendikçe yüklendiler.
CHP''nin, Kemal Kılıçdaroğlu''yla yeni evreye girdiği zamanda, menfîlikleri çağrıştıracak kavramlardan uzak durmak lâzım. Söylemek istediği çok sarih; ama, gel de karşındakini ikna et.
Kemal Kılıçdaroğlu "sol" kavramını bile literatüründen çıkardı. Onun için kavramlar seçilirken hassasiyetler dikkate alınmalıdır.
Asıl iki meselemiz var: Açlık ve değiştirilen rejimin getirdikleri...