‘Çalıyor ama iyi de çalışıyor’
Mehmet Şevket Eygi epeyi zamandır yozlaşmaya, şatafat merakına, artan iffetsizliğe ve müslümanların duyarsızlığına dair isyan yazıları yazıyor... Çünkü yaşanan son on yıl, üstelik çok daha steril bir hayatı öngören ‘İslâmcı’ iktidar dönemi toplumsal çürümenin hızlandığı bir dönem oldu...
Müslümanların değer yargılarının bu denli aşındığı bir başka dönem görülmemiştir... Din bir hayat biçimi olmaktan ziyade, ‘iş’i veya ‘mal’ı götürme aracına dönüştürüldükçe Eygi gibi ‘klasik’ler haklı olarak isyan ediyorlar...
Düzene bakın; yönetici (bu belediyeci de olabilir, bakan da, genel müdür de) çalıp çırpacak, müslüman da Ebû Zer gibi dikileceğine “Çalıyor ama iyi de çalışıyor” diyecek!.. Ya da haysiyetsizliği biraz daha köpürtüp “Başkaları yerken iyiydi, biraz da bizimkiler yesin” şeklinde karşılayacak!..
İslâm’ın ‘Fırat kenarında kaybolan kuzu’ diye baktığına liberalizm ‘Fırat kenarında yolunu bulamayan angut’ gözüyle bakar... ‘Yolunu bulmak’ önemlidir, hele bir de ‘dâr-ül harb’i içine sindirdin mi, her türlü pislik, çalma, çırpa, yeme, yutma, yalama meşrûdur... Sahi bugün ‘müslümanlık’ iddiasındaki yöneticilerin ve onlara ‘emir-el müminîn’ titizliğinde tâbi olanların, hayat ve yönetim algısı hangi sisteme daha uygundur?
Bu bir şahsiyet problemidir aynı zamanda... 28 Şubat dönemini gördük... Sözde ‘İslâmcı’ iş adamları derneği bir anda istifalarla boşalmıştı korkudan ve gizlenme duygusundan... Şimdi ise üye sayısı o dönemin neredeyse yüz misline ulaşmış durumda... Aynı durum kamu kurumlarının mescitlerinde yaşandı... Bugün hacıyağından parfüme terfi etmiş, kimisi badem bıyıklı, kimisi trend gereği bıyıksız tipler o günlerde mescitlerin yanından bile geçememişlerdi... Bugün o mescitleri, amir-memur “Ben de buradayım’ dercesine tıkabasa doldurup, neredeyse birbirlerinin ayaklarında secde ediyorlar... Sonra da yine işlerini başına koşup, ‘yollarını bularak’ cihad ediyorlar!.. O gün de bugün de çizgisini bozmayanlar ise bir ‘adaletsiz’in elinden başka bir ‘adaletsiz’in eline savrulurken en büyük ‘hesap günü’ne güvenerek ayakta kalmaya çalışıyorlar...
‘Yasal’hâldeki zina yaygınlaşmış, boşanma oranları yükselmiş, iktidarın mutlak denetimi altındaki televizyon kanalları kitle iletişimin modern ‘mama’larına dönüşmüş kimin umurunda? Artık ‘İslâmcı’ sermayedarların televizyonlarında ‘kimin çocuğu kimden, kim kimi nerede aldatmış’ türünden programlar, dün küfrettikleriyle yarışıyor... Hayatları boyunca “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” hâdisini yayanlar ise şimdi lüks ve şafatat düzenindeki paylarını arttırmanın derdindeler... Başkasına ‘bir hurmanın yarısı’ şeklinde dayanışma dersi verenler günümüzde ‘kamu kaynaklarının yarısı hatta mümkünse hepsi’ telaşındalar...
Samimî müslüman aydın “Müzeyyen evler, müzeyyen sayfiyeler (yazlıklar), müzeyyen binitler, mallar, mülkler, şatafatlar yüktür” desin istediği kadar... Kibrin ve hırsın ördüğü duvar Firavun’a bile gıpta ettirecek kalınlıktaysa eğer bu ikazların karşılık bulması mümkün değil...
Bugün çıkıp, en büyüğünden en küçüğüne kadar, kamu yöneticiliği yaptığı dönemde, maaş kira gibi gelirlerle izah edilemeyecek şekilde mal varlığında artış olanlara okkalı bir küfür etseniz yüzde kaç yanılmış, kaç kişinin günahına girmiş olursunuz acaba? Kur’an- Kerim’in hükmü açık, yetim hakkı yemek ‘dini yok saymak’la eşit... O zaman bu devrin efendileri ‘yetim hakkı’ deyince, bir yetimhaneden terlik çalmayı mı düşünüyorlar acaba? Her ihaleden yüzde on koparmaya, buna da ‘def-i belâ fonu’ diyerek dinî meşruiyet kazandırmaya ‘yetim hakkı’ ve ‘cehennem azığı’ demeyeceğiz de ne diyeceğiz?
‘Sırtlan mücahitler’e itiraz etmeyen, onaylayan ve yoldaşlık eden, hiç şüphe yok ki, ‘haşr’da da yoldaşlık edecektir...