Büyük sapma ve sonrası
Hz. Peygamberin ortaya koyduğu, bir yaşam düzeni olarak da pratiğe dönüştürdüğü İslam, Kerbelâ'da Hz. Hüseyin'in şehit edilmesi olayı ile birlikte tarihin derinliklerine gömüldü. Bu cümlemi yadırgayacaklar olabilir; hatta "olur mu öyle şey canım" diyecekler de olabilir, ama Peygamber'in ortaya koyduğu, onunla birlikte varlık bulan ve onun öncülüğünde yaşayan İslam, o tarihten sonra gitti yerine bugünkü Müslümanlık (İslam) anlayışı geldi.
Fark neydi derseniz, derim ki; en önemli fark, vahyin itiraz ettiği sömürü düzeni, İslami kılığa bürünerek hortladı.
Devlet malını, kamu arazileri talan.
Aşırı zenginleşme ve buradan sınıfsal güç elde etme.
Ehliyetli (liyakatli) insanlara işi teslim etmek yerine iktidara hizmet edeceklere teslim etmek.
Bir adalet düzeni kurup, halka öyle hükmetmek yerine, çıkar düzeni kurup halka zorbalıkla hükmetmek.
Vahiy'i, tebliğ edildiği gibi pratikte yaşamak (amel, davranış) olarak göstermek, hayatın içinde var kılmak yerine, "amellerimiz yanlış olsa da dinden çıkmayız", "amel başka iman başka" düşüncesini geliştirerek, Hz. Peygamberin amel-vahiy ilişkisine dayalı yaşam tarzını terk etmek.
Bu tespitleri çoğaltabiliriz.
Amacımız, son günlerde İslam adına ortaya çıkan tarikat ve cemaatlerin genel yapısına bakmak ve bir de günümüz Müslümanlarının gerçekte ne tür Müslüman olduklarını fark etmelerini sağlamak.
İslam dünyası, Emevilerden bu tarafa, yukarıda belirttiğimiz ana köklerden kopuşun ve felsefi sapmanın etkisi altında yaşıyor.
Hem Selçuklu'da ve hem de Osmanlı'da kurulan medreseler yüzyıllardır bunu öğretiyor. Ve asırlardır kendini yeniden üretiyor. Yani, milim bilgi değişimi, felsefi gelişim göstermeden kendini tekrarlıyor.
Dünya değişiyor.
İnsanoğlu mikroskopu buluyor. İnsan vücudunun en küçük yapıtaşı olan hücreyi tespit ediyor. Hastalıkların nedenlerine yöneliyor, tıbbi ilaç geliştiriyor, onlar gene aynı.
Fizikte ivme, elektriğin bulunuşu, telefonun icadı, derken konuşmanın ötesinde resim video kayıt eden telefonların piyasaya çıkmasıyla gelişim devam ediyor, ancak medrese eğitim sistemi gene aynı şeyleri tekrarlamayı sürdürüyor.
Bir de soruyorlar: Osmanlı niye battı diye.
Hiçbir bilimsel gelişmeyi içine almayan ve tamamen dışarıda bırakan eğitim kurumu olan medrese toplumu nasıl geliştirip de çağa uyduracaktı?
Tarikatlar da öyle.
Cemaatler de.
Sürekli kendini tekrar.
Değişim yok, ilerleme yok, bugün şimdi bile halâ başladığı yerdeler.
Etraflarını kuşatan toplum yeni bilimsel gelişmelerin ışığında değişiyor, bunlar eski tas eski hamam hep aynı kalmaya çalışıyorlar.
Modern eğitim öyle değil. Sürekli kendini yeniliyor. Öğrencilerine bilimsel gelişmeleri öğretiyor.
Geldiğimiz noktada, kendini tekrarın sürdürülebilir olmadığı anlaşıldı. Bilimsel ilerlemelere dayalı olarak gelişen; sosyal hayat, ekonomik düzen, mobil ağlar, internet, dünya ticaret sistemi, toplumsal refah, hem tarikatların ve hem de medreselerin kimyasını bozdu. Değişim karşısında istemeseler de az da olsa değişime katılmak zorunda kaldılar.
Modern binalar yapıyorlar.
Ticari şirketler oluşturup yönetiyorlar.
Kısacası, tarihsel süreç içinde İslam eğitim kurumları, ne kendilerini yenileyebildiler ve ne de çağın idrakine yeni bir şey söyleyebildiler. Hiçbir çözüm üretemeden, kapitalizmin ve elbette modernizmin gücü karşısında mağlup oldular. En iyi bildikleri şey, "gelenek şöyle, modernizim böyle" diyerek avunmak ve suçlu arayıp, teslimiyetin yarattığı yenilgiyi savunma mekanizmalarına yüklemektir.
İslam dünyasının, Kerbela öncesindeki toplumsal düzenin felsefesini yeniden yorumlayıp, bugünle ilişkilendirmeye ihtiyacı var.