Büyük Başarı: Yirmi günde Yargıtay'dan Anayasa Mahkemesi'ne…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, üç gün önce Resmi Gazete'de yayınlanan kararla, henüz 27 Kasım'da Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından Yargıtay'a atanan, mazbatasını ise 11 Aralık'ta alan ve dosya açmadan Anayasa Mahkemesi (AYM) üyeliğine adaylığını koyan, hatta adaylığı ile diğer adayların gözünü korkutarak adaylıktan çekilmelerine (!) sebebiyet veren eski İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan'ı Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçti.
Burada seçme ve atama ifadeleri kafaları karıştırmasın, kural şöyle: Anayasa Mahkemesinin üç üyesinin belirlenmesi, Yargıtay Genel Kurulunun yaptığı seçimde en çok oyu alan üç aday arasından Cumhurbaşkanın birini tercih etmesiyle oluyor.
Fidan'ın belirlenme sürecine baktığımızda ise yaşananlar kağıt üzerinde kuralına uygun ancak perde arkasına bakıldığında her şey o kadar da nizami görünmüyor.
Gözler'in değerlendirmeleri
Değerli anayasa hukukçusu Prof. Kemal Gözler geçen hafta kişisel sayfasında (ANAYASA GEN-TR) yayınladığı "Elveda Anayasa Mahkemesi - İrfan Fidan olayı" isimli makalede Fidan'ın seçilme sürecine dair önemli ve üzerine konuşulması gereken bazı değerlendirmeler yapıyor.
Gözler, makalesine seçilme sürecinin usulen anayasaya uygun olarak yapıldığının izahı ile başlıyor. Ardından, yine de iki açıdan sorun bulunduğunu, ilk sorunun atanalı 11 gün mazbatasını alalı 6 gün olan bir adayın bu kadar kısa sürede Yargıtay'da en çok oyu almasındaki anormallik olduğunu, zira Yargıtay tarihinde bu kadar kısa sürede AYM üyeliğine seçilen kimse olmadığını, ikinci sorunun ise Fidan'ın başsavcı olarak imzasının bulunduğu davaların siyasi yönü ağır basan davalar olması nedeniyle AYM üyesi olmasının yaratacağı tarafsızlık ve bağımsızlık sorunu olduğunu, kuvvetler ayrılığı ilkesi çerçevesinde kendisinden beklenen duruşu sergileyemeyecek bir AYM' nin sistemin özü itibariyle çökmesine sebep olacağını ve bu çöküşten asıl sorumlunun 20 günlük üyeyi seçen Yargıtay üyeleri olduğunu ve Fidan'ın belirlenme sürecinde anayasaya karşı hile durumu ile karşı karşıya olabileceğimizi söylüyor.
(Yazının tamamını mutlaka okumanızı tavsiye ederim.)
Anayasaya karşı hile
Gözler'in söylediklerinin her biri dikkate değer ancak ben anayasaya karşı hile boyutunu ayrıca vurgulamak istiyorum. Zira ilk defa başvurulan bir yöntem değil. Gözler de Alparslan Altan'ın nasıl AYM üyeliğine getirildiğini hatırlatıyor.
AYM raportörlerinin AYM üyeliğine seçiminin yasal olarak mümkün olmadığı dönemde, aslen hukukçu olan Altan'ın Denizcilik Müsteşar Yardımcılığı'na atanarak 30 gün görev yaptıktan sonra AYM üyeliğine seçilmesinin sağlanması, olayla ilişkili başlıca örnek.
Yasa koyucunun yasakladığı işlem veya sonuca başka bir hukuki işlem ile ulaşılması anlamına gelen kanuna karşı hilenin, anayasa nezdinde yapılmasına anayasaya karşı hile anlamına geliyor.
Yani, görünürde hükme uygun bir eylem yapılıyor ama amacı anayasayı aşıyor.
Niyet okuyucu değiliz elbet, kimsenin niyetini bilmek mümkün değil ancak gerek pandemi nedeniyle seçimlerin ertelenmesi, gerek tam da bu süreçte Fidan'ın mazbatasını alması, gerek bazı adayların adaylıktan çekilmesi, gerek 20 günlük Yargıtay üyesinin seçimlerin dahi yapılamadığı pandemi koşullarında 107 Yargıtay üyesinin güven ve sevgisini kazanarak (!) en çok oyu alması, alışılmışın dışındaki bu atamada anayasanın çevresinden dolanıldığı açıkça anlaşılıyor.
İnsan, ister istemez yakın tarihte başkanları aleyhine karar alan ABD yüksek mahkemesini düşünüyor, sonra Türkiye'deki yargıya bakıyor, içindeki küçük umut da soluyor.
Son atamayla, AYM'deki pamuk ipliğine bağlı o denge bozuldu diyebiliriz. Bundan sonra, arada sırada da gördüğümüz siyasi iktidarı sınırlandırmaya meyleden mahkeme görüşleri de ne yazık ki hayal oldu.