Bu soruların cevabı ne?
1-MHP-AKP'ye neden yaklaştı? Sonunda Türkiye'yi ne bekliyor?
2-Kılıçdaroğlu'nun söyleminden ne anlayacağız?
Gündemin temel soruları bunlar. Şimdi izninizle sıraya koyarak hepsine göz atalım..
1-MHP-AKP YAKINLAŞMASI.
AKP için en önemli sorun, Türkiye'nin kalkınması, toplumsal sorunların çözülmesi değil. Onların da önünde olan asıl sorun, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasal beklenti ve isteklerini her ne pahasına olursa olsun karşılamak.
Gelelim MHP'ye.
MHP için en temel sorun da ülkenin halinin ne olacağı değil. Ülke meselesinin önüne geçen asıl sorun Bahçeli'nin partinin başında kalıp kalmaması meselesi.
Bu gerçeklik, her iki parti açısından kaderin kesiştiği yer olmuyor mu?
Oluyor...
Öyle ise her iki partinin ortak paydası lider beklentilerinin karşılanmasıdır.
Ve buradan hareketle bir akıl yürütürsek AKP ve MHP iş birliği yaparak karşılıklı birbirinin taleplerini karşılayabilirler mi?
Evet, karşılayabilirler.
Davutoğlu'nun "kazan kazan" dediği strateji tam olarak bu.
İşte bu sebeple partili cumhurbaşkanlığını Bahçeli rahatlıkla Cumhurbaşkanı Erdoğan'a verebilir.
Verirse ne olur?
MHP'de istediğini elde eder ama Türkiye kayıp eder. Parlamenter sistem ortadan kalkar. Parlamenter sistemin en vaz geçilmezi olan siyasi partiler varlık sebebi olan rejimi ortadan kaldırmış olurlar. MHP uzun vadede sembolik partiye dönüşür. Gelecekte bugünkü MHP asla olamaz. Çünkü onu bugünkü seviyesine getiren rejim ortadan kalkmış olur. Kısacası varlık sebebini yok eder.
AKP ise kuracağı yeni sistemin sahibi ve partisi olur. Bu durum ona uzun yıllar tek başına iktidar yolunu açar... Erdoğan sonrası ise yine Erdoğan'ın işaret edeceği birine, -mesela Berat Albayrak'a- devredilir. Böylece AKP, gelecekte aile partisine dönüşür ve Türkiye'nin kaderi haline gelir.
Bahçeli an itibariyle kendini kurtarır, MHP'yi ve Türkiye'yi ebediyen AKP'ye (daha çok da Cumhurbaşkanı Erdoğan'a) teslim etmiş olur.
Gelelim ikinci soruya...
2- KILIÇDAROĞLU'NUN SÖYLEMİNDEN NE ANLAYACAĞIZ?
"Eğer Türkiye Cumhuriyeti'ni demokraside kat ettiği mesafeyi, bir kişinin iki dudağı arasına hapsetmeye kalkarsanız, bir kişi milletvekili listelerini yaparsa, bir kişi yargıya talimat verir ve istediği kararı çıkarırsa, bir kişi medya özgürlüğünü kısıtlarsa, bir kişi Türkiye'nin kaderiyle oynarsa, bir kişi Türkiye'yi Orta Doğu bataklığına sürükleyip uygar dünyadan koparırsa, bu kolay olmaz, kan dökülmeden bunu yapamazsınız. Bunu yapabiliriz demek istiyorlarsa buyursunlar yapsınlar bakalım. Nasıl yapıyorlar?"
Kılıçdaroğlu'nun bu tespitleri haksız mı?
Asla!
Sonuna kadar haklı.
Dolayısı ile önemli bir uyarı. Burada sorunlu cümle, "bunu kan dökülmeden yapamazsınız" cümlesi...
"Kan" denilince çatışma, çatışma denilince toplumsal akıl sorgulanıyor ve iktidar yanlıları "Millî irade" ne olacak diyor?
Ortada doğru işleyen bir demokrasi var mı ki gerçek bir "millî iradeden" söz etmiş olalım?
Demokrasinin gerektirdiği bir hukuk düzeni, salt kendi amaçlarına göre işleyen nitelikli bir basın, olması gereken bir sivil toplum kuruluşları, toplumsal düzeni var mı?
Yok...
Öyle ise?
Öyle ise böyle bir ortamda ne olacak ve rejimi kim koruyacak? Adaleti kim olması gerektiği gibi dağıtacak?
Kurallar hep iş başındaki hükümete göre işliyorsa, bu kuralsızlık karşısında kurulu siyasal sistem kendini nasıl savunacak?
Sivil toplumların söylemsizliği ve etkisizliği karşısında rejim ve sistem adına birinin yüksek sesle bir şey söylemesi lazım…