Bu kararların caydırıcı etkisi olabilir mi?
Yargıdan tek bir beklentimiz var: Adaleti sağlaması. Makul ve haklı bir beklenti içerisindeyiz elbet. Oysa, mahkemelerden adalet değil, karar çıkıyor. Ne suçlu hak ettiği cezayı alabiliyor ne de toplum nezdinde cezaların caydırıcılığı etkisinden faydalanılabiliyor. Kararlar ancak, ölenleri tekrar öldürüp yakınlarını ikinci defa yasa sokuyor.
Bunu ben söylemiyorum: 16 Haziran Çarşamba günü mahkemelerden çıkan iki önemli karardan birine ev sahipliği yapan davada, kızının katil zanlısının serbest kalması üzerine yüreği yanan anne söylüyor:
"Kızımı bir kez daha öldürdüler."
17 yaşındaki Duygu Delen''in balkondan "düşerek" öldüğü olaya ilişkin tutuklanarak hakkında "kasten öldürme", "cinsel istismar", "yağma" ve "hakaret" suçlarından ağırlaştırılmış müebbet ve 32 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan erkek arkadaşı Mehmet Kaplan, ev hapsi şartıyla tahliye edildi.
Üstelik, Delen''in düşerken bilincinin kapalı olduğunun açıkça belli olduğu video kaydına, bilir kişi ve Adli Tıp raporlarında bunun teyit edilmesine, olayın bir kaza olamayacağının vurgulanmasına ve sanığın kanında uyuşturucu ve alkol olduğunun, ayrıca evde de şiddet izlerinin bulunduğunun belirtilmesine rağmen; sanığın sunduğu üçüncü rapora dayanarak verildi bu karar.
Delen''in davası, kamuoyunun takip ettiği önemli bir dava ama bu dava veya başka davaların seyri ve sonuçlarının esas önemi, adaletin tecellisinin yanı sıra, suçun önlenmesinde caydırıcılık etkisi yapmasında, devamında ilgili kişi veya başka kimseler tarafından yapılabilecek suç faaliyetlerinde cesaret kırıcı olmasındadır.
Bunun neden önemli olduğu, söz konusu davanın sanığı Mehmet Kaplan''ın siciline bakıldığında anlaşılıyor. Kaplan, daha önce, alkollüyken kullandığı araçla hamile bir kadının ölümüne neden olmuş ancak yine ev hapsiyle serbest kalmış biri.
Özetle, Kaplan, birini öldürmüş ve serbest kalmış biri. Mahkemeden adalet çıkmayacağını biliyor, yargıdan korkmuyor, bir önceki suçunun cezasız kalmasından cesaret alıyor.
Soma Davası
16 Haziran günü mahkemelerden çıkan yargı adına utanç duyulacak kararlardan ikincisi, 301 madencinin ölümüyle sonuçlanan Soma maden faciasına dair. Söz konusu dava sonucu, Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan''a "bilinçli taksirle öldürme ve yaralamaya neden olma" suçlarından 20 yıl hapis cezası verildi. Yönetim Kurulu Üyesi Haluk Sevinç beraat ederken, mühendisler Efkan Kurt ile Adem Osmanoğlu ise 12 yıl 6 ay hapis cezalarına çarptırıldı.
Burada "bilinçli taksir" vurgusu önemli. Zira bu husus, meseleyi değişiklik yapılırken ısrarla uyardığımız, infaz yasasına getiriyor. Hatırlarsanız, infaz yasasında yapılan değişiklikle belli bazı suçlar hariç, koşullu salıverme için gereken oran 2/3''ten 1/2''ye düşürülmüştü. Yani, önceki haliyle koşullu salıvermeden yararlanmak isteyen kişinin cezasının 2/3''ünü çekmesi gerekirken, değişiklikle bu koşul 1/2 olmuştu. İşte bu oranın düşürülmediği suçlardan biri "kasten öldürme". Bilinçli taksirle öldürme halinde ise oran 1/2.
Dolayısıyla 20 yıl ceza alan Gürkan, "bilinçli taksirle öldürme" nedeniyle bu cezayı aldığı için, 10 yıl hapis yattıktan sonra koşullu salıvermeden yararlanabilecek. Bu zamana kadar 5 yıldır cezaevinde kaldığı için de geriye kalıyor 5 yıl. Yine infaz yasasındaki değişiklikle 30.03.2020''den önce işlenen suçlar bakımından denetimli serbestlikten faydalanma süresi 3 yıl olduğu için; 20 yıl ceza almış görünen Gürkan, 2 yıl sonra serbest kalacak. Hatta, eğer Kovid-19 nedeniyle açık cezaevinde kalanlara verilen izinden faydalanabilirse, bu süreyi de dışarıda geçirme ihtimali var.
Mühendislerin cezası ise, koşullu salıverme ve denetimli serbestlikle birlikte 3 yıl 3 aya düşüyor. Tabii onlar da son 2 yılı Kovid-19 izniyle geçirirse, ceza çekecekleri süre yalnızca 1 yıl 3 ay olacak.
301 insanın ölümünden sorumlu olanlara uygun görülen ceza işte bu kadar!
Peki, şimdi soruyorum: Mahkemelerden adalet yerine bu türden kararlar çıktıkça, benzer suçların önlenmesi, aynı acıların tekrar yaşanmasının önüne geçilmesi, mümkün olabilir mi?