'Boğaziçi Namına Bir Teklif'
Nahid Sırrı Örik'i (1895-1960) bilir misiniz? "Sultan Hamid Düşerken" romanının yazarı. (Kemal Bekir "Düşüş" adıyla oyunlaştırmıştı. Filmi de çekildi.) Romanda, "31 Mart Vak'ası" (13 Nisan 1909) etrafında, Abdülhamit'le İttihat ve Terakki arasındaki iktidar savaşı işlenmiştir. Selanik'ten Hareket Ordusu gelmiş, isyanı bastırmış ve Abdülhamit tahtan indirilip Selanik'e sürülmüştü. (Bir tarihte Selanik'te Abdülhamit'in kaldığı Alatini Köşkü'nü ararken, Yunan polisi merakımdan işkillenip beni gözaltına almış, birkaç saat sonra bırakmıştı.)
Ne de olsa roman; araya aşk da giriyor. Burada yeri mi, bilemeyeceğim ama, Mustafa Kemal'le Enver'in arasına Hareket Ordusu Kurmay Başkanlığı meselesi girmiştir. Belki de bu yüzden birbirlerine pek ısınamamışlardır. M. Kemal, adını da verdiği Hareket Ordusu'nun kurmay başkanı idi. Ordu Yeşilköy'e gelince Berlin'den yetişen Enver, kurmay başkanlığını M. Kemal'in elinden almıştı.
Asıl Nahid Sırrı Örik'in "İstanbul Yazıları" kitabından bahsetmek istiyorum. (Hazırlayan: Bahriye Çeri, TTK Yayınları).
İstanbul'da Boğaz'a paralel bir kanal yapılması tartışılıyor. Dün yazdık.
Nahid Sırrı Örik, Son Telgraf gazetesinde çıkan "Boğaziçi Namına Bir Teklif" başlıklı yazısında İstanbul'da denizleri birleştirecek kanallar açılmasını istiyor ama ne için? Okuyalım:
"… Benim tasavvur ettiğim sahil, henüz mevcut değildir, bir kanal açılması suretiyle vücuda getirilecektir. Bu kanala ise Kâğıthane deresinin genişlemek üzere bulunduğunu Çağlayan kasrına gelinmeden başlanacak, Hürriyetiebediye Tepesi'nin arkasındaki boş dağlar arasındaki vadilerden kıvrılarak, Ihlamur önlerine gelinecek, orada meskûn mıntıkaya girilerek Beşiktaş'ın dere içi yolunu ve o kısma bir Venedik manzarası vere vere sahile varılacaktır. Bu kanal açılır açılmaz da, Kabataş'tan başlayarak hemen hiç fasıla vermeden, Arnavutköy'e kadar dayanan çeşit çeşit depoların hepsini şehrin bu hiçbir yoluna uğrak olmayan, daima güzel kalabilecek mıntıkasına, yani Kâğıthane ile Ihlamur arasına taşımak imkânı temin edilmiş olacaktır. Berlin'in münakalâtında o küçük Spree Nehri'nden ne kadar istifade edildiği ve şehirde ne çok kanal bulunduğu düşünülürse, Beyoğlu tarafını Haliç müntehası ve Beşiktaş hudutlarından itibaren bir ada haline getirecek böyle bir su yolunun pek münasip olacağı, sanırım ki, kabul edilir. Hatta bu kanal yapıldıktan sonra, surların haricinde ve surlara muvazi bir hat çizerek Eyüp'le Yedikule arasında, yani Haliçle Marmara'yı, İstanbul'un arka tarafından birbirlerine bağlamak suretiyle bir ikinci kanal vücuda getirilmesi ve ilk kanala sığmayacak ve yahut asıl İstanbul semti için uzak düşecek olan depo, fabrika ve antrepo gibi şeylerin bu ikinci boş ve düz sahaya yerleştirilmesi temenniye çok layık bir keyfiyettir. Bu surede Altın boynuz-Corne d'or namı altında güzelliğinin Garpta türlü senası yapıla gelen Haliç de kurtarılmış olur. Zamanımız, büyük kanallar davasındadır. Almanya, Tuna'yı şimal denizine ve bu suretle şimal denizini Karadeniz'e, Rusya ise Baltıkdenizi'ni Karadeniz'e, Karadeniz'i Hazar'a ve Hazar'ı Aral denizine bağlamağa çalışıyor. Bizde de, Bay Yunus Nadi gibi bütün hareketlerinin hesaplı olduğuna hayatının muvaffakiyetleri şahadet eden bir zat, Ankara'yı kanallarla denize raptetmek davasını müdafaa ile meşguldür. Pek çok daha mütevazı bir şey, Boğazı kurtarmak için bir küçük kanal açılmasını teklif ediyorum..."("Boğaziçi Namına Bir Teklif", Son Telgraf, 27 Temmuz 1938).