Boğaziçi meselesinde öne çıkan sorunlar
Boğaziçi Üniversitesi'ne yapılan rektör atamasına verilen tepki, iktidarın takındığı tutum karşısında daha da arttı. İstanbul'daki bir üniversitede verilen mücadeleye kilometrelerce uzaklıktaki illerden destek veren eylemler geldi. Bu eylemler sırasında meydana gelen hak ihlalleri, tepkiyi daha da arttırdı. Özetle, haksızlık çoğaldıkça, haksızlığa karşı koyulan tepki de çoğaldı ve bu süreç, mevcut olduğunu bildiğimiz pek çok sorunu tekrardan gözlerimizin önüne serdi:
1. Rektör belirleme usulü
Malumunuz, önceden rektör seçiminde en çok oyu alan altı aday YÖK'e bildiriliyor, bu adaylar içerisinden YÖK tarafından belirlenen üç aday Cumhurbaşkanının önüne geliyor ve Cumhurbaşkanı teamülen en çok oy alan adayı rektör olarak atıyordu. Birkaç defa ilk sıradaki adayın atanmadığı olmuş ve tepki ile karşılaşılmıştı.
Halihazırda tartışmalı olan bu rektör seçim usulü, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası olağanüstü halin ilan edilme sebebiyle sınırlı tutulması gereken KHK yetkisinin geniş bir şekilde kullanılmasıyla değiştirilerek tek kişinin atamasına bırakıldı. O dönemki ortamın gerginliği, değişikliğe verilen tepkilerin sınırlı kalmasına neden oldu. Bugün verilen tepkinin birazı ise, işte o zaman eksik kalan tepkinin devamı.
2. Niteliksiz çalışmalar
Rektörlerin profesör olması gerekliliği elbette ki bilimsel açıdan donanımlı kişilerin bu göreve gelmesi arzusundan kaynaklanıyor. Ancak ne yazık ki özellikle son yıllarda intihal içeren, yazınsal ve bilimsel yönden yetersiz olduğu göze çarpan pek çok çalışmanın geçer not alarak tez olarak kabul edildiği veya niteliksiz dergilerde yayınlanan makalelerin akademik yükselmede kullanılabildiği görülüyor.
Dahası, Prof. Dr. Engin Karadağ'ın araştırmasının ortaya koyduğu sonuçlar, uluslararası yayını olmayan (68) veya yayınlarına hiç atıf yapılmayan (71) üniversite rektörlerinin sayısının oldukça yüksek olduğunu gösteriyor.
3. Liyakat ve siyasallaşma
Bugün, yargıdan eğitime kadar tüm kurumlara siyaset bulaşmış vaziyette. Üniversiteler bu siyasileştirme politikasının mağduru. Oysa, bilimsel çalışmalar siyasi baskılar altında yapılamaz, hür ortamda yapılır. Bulu'nun parti geçmişi, çok sesli yapısıyla bilinen Boğaziçi Üniversitesi'nin iktidarın zihniyetine uyum sağlayacak şekilde dönüştürülmek istendiği hususunda şüphe bırakmıyor.
4. Toplantı ve gösteri hakkı...
Geçtiğimiz haftaki yazımda bahsettiğim İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin kararlarına göre Türkiye'de en çok ihlale uğrayan haklardan biri de toplantı ve gösteri hakkı idi. Oysa Anayasa madde 34 yoruma ihtiyaç duymayacak kadar açık: "Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir."
Bu hak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla kanunla sınırlandırılabilir (Anayasa madde 34/2) olsa da sınırlandırma için, gösterilerin vatandaşın günlük yaşamını katlanılmaz derecede zorlaştırması ve demokratik toplum açısından gerekli ve orantılı olması gerekir.
Şiddet olmadıkça (ki yok), öğrencilerin üniversitelerine atanan rektöre tepki göstermeleri ve buna karşı "rektörlerini seçimle belirleme" talebiyle eylem yapmaları demokratik haklarıdır.
5. Kutuplaştırıcı tutum
Siyasi iktidarın yaptığı bir işlemin muhatabı olan kimseler için bu işleme itiraz etmek, bu itirazı kitlesel olarak yöneltmek pek tabi bir hak iken, üstelik bu kimseler ülkenin geleceği olan üniversite öğrencileriyken, iktidar tarafından "terörist" de ilan ediliyor, "başı ezilmesi gereken zehirli yılan" olarak da hedef gösteriliyor. Neden teröristler, Türk Ceza Kanunları açısından suç olan bir fiil mi icra ettiler? Hayır. Başlarını ezecek olan kim, bu bir talimat mı? Belirsiz.
Belli olan, her iki üslupta da var olan nefret dili.
Anayasal bir hakkın kullanımını dahi iktidara karşı bir komplo gibi göstermek, muhalefet edeni düşmanlaştırmak iktidarın benimsediği yönetim anlayışının gencecik üniversite öğrencilerini düşman gibi göstermesine kadar varıyor artık.
6. İktidarın nefret söylemleri
Görevini layıkıyla yapan polisleri tenzih ettiğimi özellikle belirtmek isterim ki, kolluk kuvvetlerinin vatandaşa karşı şiddet içeren eylem ve söylemlerinin arkasında yatan "karşımdaki muhalifse bana bir şey olmaz" cesareti ve bu cesaretle gelen şiddetin sebebi iktidarın nefret söylemleri ve tutumu. Anayasal hakkını kullanan gençler, iktidar tarafından terörist olarak lanse edilirse, polisin de bu gencecik üniversite öğrencilerini itip kakmayı kendine hak görmesi kaçınılmaz.
***
İlk bakışta göze çarpan sorunlar bunlar olsa da derine inildikçe daha pek çok sorun saymak mümkün. İşte tüm bu sorunlu ortamda bugün, itibarını ülkenin geleceğinden de demokrasisinden de üstün gören iktidarın sınavını izliyoruz. Sınavdan nasıl kaldığını ise, karşısına aldığı bu genç seçmenler (önümüzdeki seçimlerde) tercihlerini gösterdiğinde izleyeceğiz.