'Bizim hikâyemiz'i netleştirelim
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Dr. İbrahim Kalın, ilim süzgecinden geçtiği için olsa gerek daha ihtiyatlı konuşuyor; analitik yoruma giriyor. Önceki akşam CNN Türk'te Ahmet Hakan'ın programındaydı.
Saray'ın, sözcüsü yanında bir de iletişimcisi var. (Biri sözcü, biri iletişimci. İkisi aralarında nasıl vazife taksimi yapıyor? Ak Parti'nin biri Saray, diğeri Balgat'taki parti binası iki genel merkezi olduğunu düşünürsek, Balgat'taki Ak Parti'nin sözcüsü Ömer Çelik'i ve propaganda başkanı Mahir Ünal'ı da saymalıyız. Frekanslar karışıyor gibi geldi bana.)
Fahrettin Altun'un modernleşmeye dair bir çalışması var. Bağlantıyı rahat kurabilmeniz için, İbrahim Kalın'ın, günlerdir tartıştığımız "kendi hikâyemiz" tivitini hatırlatmamız gerekiyor. İ. Kalın, "Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazmak zamanıdır." demişti.
Bu sözlerden ayrı düşünemeyeceğimiz -DİB Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş'ın, Fatih'in vakfiyesi üzerinden "lanet"ini bir tarafa bırakıyorum- asıl gözden kaçırılmaması gereken "fetret"i tekrar hatırlatmak istiyorum. DİB Başkanı, İslâm ülkeleri liderlerine (çoğu diktatördür) Ayasofya'yı camiye çevirme "müjdesini" verirken "Reis'imizin dirayetiyle fetret devrini bitirdik." demişti. "Dirayet"; İslâm ülkelerinin "dirayetli" liderlerinin gönlünü okşayacak bir söz. A. Erbaş'ın bilerek kullandığını düşünüyorum.
Bu köşede, "fetret"in İslâm literatüründe, bizdeki tarih kitaplarında yazıldığı gibi bilinmediğini, "kâfirlik" manasının ağır bastığını yazdım.
İbrahim Kalın, "bizim hikâyemiz" meselesine girmeden önce, Fahrettin Altun'un, "Modernleşme Kuramı ve Gelişme Sorunu" başlıklı makalesini okumuş muydu? F. Altun, uzun makalesinde (64 s.) "hamaset"e yer vermiyor, 202 dipnotla, yer yer tarihe atıf yaparak, İkinci Dünya Savaşı sonrası "modernite" ve "gelişme" meselesini ele alıyor.(Divan, S. 1, 2000. 2017'de "Modernleşme Kuramı" adıyla kitap olarak yayınlandı.) Bu makaleden "bizim" ve "ötekinin", hikâyesi çıkmıyor.
İbrahim Kalın programda Karl Marx'a atıfta bulunarak onun "Din halkın afyonudur." sözünü Katoliklere karşı söylediğini, bizim solcular ise Marx'ı anlamayarak, İslâma karşı tavır aldıklarını iddia etti. Marx üzerinde ben de dururum ve anlamaya çalışırım. Bizim solcuların anladığından çok farklı şeyler söylediğini de biliyorum. Marx'ın diğer yarısı Engels, dine karşı tavrını dana net ortaya koymuştur. Geçmişte "komünist" ülkelerdeki uygulamalara bakarsak, bu söz bütün dinlere teşmil edilebilir. Yurt dışında ders verirken, Sibirya'nın bir tarafında Tuva'dan gelmiş bir öğrencim vardı. Budistti. Komünist yönetim bütün Budist tapınaklarını yıktığı için "dindar" annesinin çok ağladığını anlatmıştı.
Modernlikle materyalizm arasında nasıl bir bağ var? Türkiye'de "materyalizm"e dair en ayrıntılı çalışmayı yapan Prof. Dr. Mehmet Akgün. "Materyalizmin Türkiye'ye Girişi"nde bize ipucu veriyor. Yazacağız.
Hayatı özetleyen şairlerimizi ihmal edemeyiz. Dursun Kepceoğlu'nun "Ahval-i Dünya" şiirinden mısralarla yazımı bitireyim:
"Gözüm yaşı akar gider / Bir dert beni yakar gider / Eşim dostum bakar gider / Vefadan eser kalmamış // Er odur ki öğüt tuta, / Öfkesini tez soğuta, / Dursun binip gitse ata, / At kaçmış eğer kalmamış."