Bir "masumiyet karinesi" kalmıştı, o da gitti...
Bir sanığın giydiği "Hero" baskılı kıyafet sonucu başlayan tartışma geçen hafta sonuçlandı. 696 sayılı KHK ile tutuklu ve hükümlüler için tek tip kıyafet uygulaması getirildi. Bu bağlamda, TCK'nın 309 ve 312. maddelerindeki suçlamalar nedeniyle hükümlü ve tutuklu olanlar, yargılandıkları madde içeriğine bağlı olarak duruşmalara badem kurusu veya gri renkte tulum giyerek getirilecek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuyla ilişkili olarak talihsiz bir şekilde "Guantanamo" örneğini vermişti. Ancak, dünyanın insanlık namına utanç kaynağı olan Küba'daki üste, ABD'nin hukuk kurallarının dışında tutulan mahkûmlara insan hakkı ihlalleri gerçekleştirilen bir esir kampının örnek alındığını düşünmek dahi korkutucu.
Konuya ilişkili olarak ikinci örnek ABD'deki turuncu tulum uygulaması. Fakat belirtmek gerekir, ABD Federal Yüksek Mahkemesi 1976 tarihli Estelle - Williams kararında; "tutukluların", tutukevinde giydikleri tek tip kıyafetleri "duruşma sırasında" giymeye zorlanamayacakları, zira bu türden bir uygulamanın yargılamanın objektifliğini zedeleyeceği belirtilmiştir.
Tırnak içindeki yerler önemli. Çünkü burada, meselenin iki boyutu var. Birincisi; tutuklu/hükümlü ayrımıyla, ikincisi ise tek tip kıyafetin cezaevinde giyilmesi/duruşma salonunda giyilmesiyle ilişkili.
Birincisi için akla ilk, evrensel hukukun en meşhur ilkesi olan masumiyet karinesi geliyor. Anayasa'da da yer alan bu karine uyarınca "Kişi, suçlu olduğu mahkeme hükmüyle kesinleşmeden hiçbir şekilde suçlu olarak nitelendirilmez." Dolayısıyla yargılaması tamamlanmamış tutuklu bir kimsenin tek tip kıyafet uygulamasına maruz kalması masumiyet ilkesini ihlal edecektir.
Meselenin diğer boyutuna gelirsek... Cezaevleriyle ilgili tek tip kıyafet uygulaması uluslararası insan hakları standartlarınca yasaklanmamıştır ancak Birleşmiş Milletler'in kabul ettiği "Mahkûmlara Muamelede Standart Asgari Kurallar" düzenlemesinde mahkûmların kendi kıyafetlerini giymelerine izin verilmemesi halinde iklime ve sağlık koşullarına uygun aşağılayıcı ya da küçük düşürücü olmayan giysilerin verilmesi gerektiği belirtilmektedir. Tek renk düz bir tulumun bu ölçütü sağlayıp sağlamadığı tartışmalı olmakla birlikte, bizdeki uygulama cezaevleri ile değil, duruşma salonlarıyla ilgilidir.
AİHM'in bu konudaki tek kararı olan Hadade/Romanya kararında, Romanya'da 'duruşmada tek tip kıyafet uygulaması' kural olarak bulunmadığından, mahkûmu cezaevi üniforması ile mahkeme önüne çıkarmanın, kişiyi aşağılayıcı olduğundan bahisle; uygulamayı onur kırıcı kabul ederek "işkence yasağı" kapsamında değerlendirilmiştir. Yani uygulamanın bir de bu boyutu var. AİHM, bir cezanın ne zaman 'onur kırıcı' sayılacağı için şöyle der: "Mağdurun başkalarının gözünde olmasa bile kendi gözünde aşağılanması yeterlidir."
Ancak Romanya'da 'duruşmada tek tip kıyafet uygulaması' kural olarak bulunsaydı, bu durumda kararın bir de adil yargılanma hakkını ihlal boyutu olacağını söylemek mümkün.
Adil yargılanma hakkı nedeniyle, AİHM tarafından en çok mahkûm edilen ülkelerin başında zaten Türkiye vardı, bu düzenleme ile mahkûmiyet kararları ne yazık ki daha da artacak...
Halkın FETÖ konusundaki hassasiyeti ve öfkesi kullanılarak, böyle bir düzenlemenin getirilmesi olumsuz birçok netice doğuracaktır. Kaldı ki, yalnızca FETÖ suçlularına uygulansın, diğer olağan suçlardan yargılananlara uygulanmasın gibi bir durumun sürekliliği olamayacak, zamanla bu uygulamanın diğer tutuklu ve hükümlülere uygulanmasının da yolu açılacaktır. Anayasa'nın 10. maddesindeki "Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar." ifadesi buna işaret etmektedir.
Bugün ülkemizin en temel ihtiyacı yargı bağımsızlığının sağlanması iken, yargılamanın sonucunda olduğu kadar yargılama sürecinde de adil olunmalıdır. Ceza Muhakemesi'nin esas amacı olan kişiyi topluma kazandırma ve ıslah amacına da hizmet etmeyen bu uygulama, AİHM'in ödeteceği tazminatlarla Türkiye'nin başını daha çok ağrıtacaktır.
***
Adaletsizliğin en büyüğü; adil olmayıp adil gibi görünmektir." PLATON