Bir asırdır sağlanamayan istikrar
Herkesin eğitim sistemindeki değişiklikleri konuştuğu şu son günlerde Atatürk'ün yaptığı bir konuşma geliyor aklıma. Yıl 1921. Kurtuluş mücadelemizde Sakarya Cephesi'nde hayli zor koşullarda savaş devam ediyor. Atatürk bu şartlar altında dahi bir süreliğine cepheden dönerek Maarif Komitesi'ni yani Milli Eğitim Komitesi'ni topluyor. Ki bu, onun en büyük savaşının cehaletle olduğuna, bir defa daha kanıt oluyor.
Atatürk, bir milletin kalkınması için eğitimin önemini en iyi anlayan ve en iyi anlatan devlet yöneticisiydi. O, sağlıkta, sanatta, ekonomide ortaya çıkan tüm problemleri eğitimsizlikle ilişkilendiriyordu.
Atatürk, Maarif Kongresi'nde geleneksel eğitimle ilgili öncelikle şu saptamayı yapmıştı: "İstikrarlı bir eğitim politikamız yoktur!" Görünen o ki bugün, aradan geçen yaklaşık bir asırlık süreye rağmen halen eğitimde istikrarı sağlayamadık.
Peki, Atatürk o günün eğitim sistemindeki sorun için ne demişti?:
"Bundan önce her maarif nazırının birer programı vardı. Memleketin maarifinde çeşitli programların tatbiki yüzünden öğretim berbat hale geldi. …. Çünkü, hükümete gelen her nazır kendine göre bir program yapıyor, onu uygulatıyor, bir müddet sonra başka bir nazır geliyor, onu beğenmiyor, başka bir program uygulatıyordu."
Sanırım bugün gelinen noktada nazırın değişmesine dahi gerek kalmadan kendi yaptığını kendi bozan bir sistem içerisindeyiz. Hatta bu şartlar altında bir sistemden bahsetmek pek doğru olmayacağından; eğitimimizin bilinmezlikle dolu bir "sistemsizlik" içerisinde olduğunu üzülerek söyleyebiliriz.
Oysa bütün imkânsızlık ve güçlüklere rağmen bile Atatürk, kurtuluş için cephede verdiği mücadeleyi eğitim alanında da göstermiş, planlı çalışmalarla Türk eğitim sistemine yeni şeklini vermiştir. Atatürk'ün çeşitli zamanlarda yaptığı konuşmalar incelendiğinde onun, tutarlı ve çağdaş bir eğitim görüşü olduğu görülecektir. O, eğitimle ilgili her konuşmasında bir ilke ortaya koyarak sistemin temellerini atmıştır.
Öncelikle, "Efendiler! Asırlardan beri milletimizi idare eden hükümetler eğitimimizi geliştirme çabalarında bulunmuşlardır. Ancak, bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için doğuyu ve batıyı taklit etmekten kurtulamadıkları için sonuçta milletimiz cehaletten kurtulamamıştır." söylemiyle eğitimin mutlaka milli olması gerektiğini belirtmiştir.
O halde, taklitçilikten uzak Milli eğitim modelimizin dilinin, yönteminin ve eğitim araçlarının da milli olması icap etmektedir. Bu görüşle yola çıkan Atatürk, "İki türlü terbiye ve öğretim bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Bu ise duygu birliği, fikir birliği ve dayanışma amaçlarını toptan mahveder, yok eder." düşüncesiyle çıkarttığı Tevhid-i Tedrisat Yasası'yla dini eğitim kurumları ile çağdaş eğitim kurumları arasındaki ikiliğe son vererek, dine saygılı fakat laik görüşe dayalı, toplumsal bütünlüğü amaçlayan çağdaş eğitim birliğini getirmiştir. Bununla birlikte, 1928'de gerçekleştirdiği Harf İnkılâbı' yla % 10 olan okuryazar oranını kısa bir süre içinde % 20'ye çıkmış; 1932'de Türk Dil Kurumu'nu kurarak dilde millileşmeyi sağlamıştır.
1922'de yaptığı bir konuşmasında ise, "Milletimizi yetiştirmek için asıl kaynak olan okullarımızın ve üniversitelerimizin kuruluşunda da ilim ve fen yolu izlenecektir. Ayrıca, milletimizin siyasî ve sosyal hayatında, fikrî eğitiminde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır. … Bunları yapmak istiyorsak gözlerimizi kapayıp bu dünyada tek başına yaşadığımızı farz edemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile ilişkisiz yaşayamayız. Bilakis gelişmiş ve yükselmiş bir millet olarak uygarlık düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu da ancak ilim ve fen ile olacaktır. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her yurttaşın kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için sınır ve şart yoktur." diyerek milli bir eğitim programı benimsenmesinin yanı sıra, çağdaş bilime ve dünyaya açık bir lider olduğunu göstermiştir. Bu yüzden, yapılan bütün inkılâplarda, bilimsellik ilkesi doğrultusunda bilimin izinden gidilmiştir.
"Bir toplum, cinsinden yalnız birinin yeni gerekleri edinmesiyle yetinirse o toplum yarıdan fazla kuvvetsizlik içinde kalır. Bir millet ilerlemek ve medenîleşmek isterse bilhassa bu noktayı esas olarak kabul etmek mecburiyetindedir." Atatürk'ün kadınları eğitim ve iş hayatına kazandırılmasına yönelik bu düşüncesi doğrultusunda uygulanan eğitim politikaları kısa zamanda uygulamaya konmuş ve politikalar neticesinde kadınlarda okur-yazar oranı % 3' iken, % l0'ların üzerine çıkmıştır.
Eğitim sisteminde gerçekleştirilen bu başarılar ve daha niceleri tesadüf ürünü değildir. Atatürk inkılâplarının tümünde görülen akılcı, bilimsel ve gerçekçi yaklaşımını, eğitimde de temel almış ve uygulamıştır.
Bugün değişen eğitim uygulamalarımıza baktığımız zaman, Atatürk'ün eğitime yönelik o çok önem verdiği ilkelerinin, laik görüşe dayalı, ilim ve fene önem veren akılcı eğitim anlayışının, eğitim sistemimizi yavaş yavaş terk ettiği görülmektedir.
Ancak unutulmamalıdır ki Atatürk, akıl ve ilmin rehberliğini kabul edenleri manevi mirasçıları tayin etmiştir. Atatürk' ün bir asır önce tespit ettiği istikrar sorununu halen çözemedik evet ama bari mirasına sahip çıksaydık, değil mi?