Bağı, dağ yönetirse olacak budur
PKK'nın siyasi kanadının "düz ovaya indirilip" buradan hareketle dağdaki teröristi, bağdan yöneterek, Türkiye'nin terör sorununu çözmeyi düşünmek akıllıca bir yol görülebilir. Ancak tarihi süreç içinde gördük ki, durum umulanın tersine gelişmiştir.
Dağdaki teröristi bağdakiler değil, bağdakileri dağdakiler yönetmiş ve yönetmektedir. Bu yönüyle "terörü siyasallaştırmazsak, sorunu dağa taşımış oluruz" söylemi de anlamsız kalmıştır. Bu yolla terörü çözmek için Avrupa'dan örnekler vermenin de anlamı kalmamıştır.
Çünkü Türkiye kendine has pratiğini yaratarak, krizi çözecek siyasal iradeyi yandaş teröristlerde görememiştir. Durum böyle olunca HDP'lilerin Meclis'te bulunmasının sorunu çözmede ektisi neredeyse sıfırlanmıştır. Çünkü HDP, siyasal güç olarak, sorunu temsil etmekten çok, dağdakileri temsil eder durumda rol oynamış ve oynamaktadır.
Eh, hâl böyle olunca da kendi kendilerini işlevsizleştirmişlerdir.
Çok daha vahimi, HDP'liler, Türkiye'de öteden biri sürüp gelen "birlikte yaşama" iradesine uygun davranmayarak, kurulu devleti ve düzeni tanımadıklarını ilan etmişlerdir. Bu durumda kurulu düzen ve meşruiyet, kendi varlık bilincindeyse eğer, elbette gereğini yapacaktır.
Düzen düzen olduğunu, devlet de devlet olduğunu gösterecektir ki, o meşhur "kamu düzeni" denilen düzen kurulmuş olsun.
HDP, kendisine meşru düzen ve kurulu sistem tarafından verili siyasal gücü, oy aldığı seçmenin lehine olacak şekilde değil de, üzerinden bir türlü atamadığı (veya atmak istemediği) dağdaki güce teslim etmiştir. Durum böyle olunca, ister istemez velinimetini hor görmeye başladı. Halkın gücünü halkın yararına değil, hendek kazmak, ülkenin kurulu düzenini bozmak ve bir o kadar da kendisine imkân tanıyan siyasal sistemi ortadan kaldırmak için harcadı ve harcıyor. Nitekim bu durumu bizzat içinde yaşayarak fark eden HDP seçmeni, onları yalnız bıraktı...
Neden?
Çünkü, seçmen-parti sözleşmesinin bir tarafını oluşturan HDP, bunu yok saydı. Karşılıklı ilişkinin özünü hizmetleşme oluşturduğunu anlamazdan geldi... HDP; kendisine oy veren seçmenin verdiği siyasal, ekonomik, idari gücü hendek kazdırarak kullandı. Daha da kötüsü, HDP, kendisini seçmene karşı borçlu hissedeceği yerde, seçmenin kendisine borçlu olduğuna inandı... Kendisi gibi seçmenin de silahlı vesayet oluşturan PKK'ya karşı sorumlu olması gerektiğini düşündü. Bu sebeple PKK seçmenin evini barkını yakıp yıkarken, seçmenin çocuklarını dağa kaçırıp öldürtürken seyirci kaldı.
Şimdi Sayın Kemal Kılıçdaroğlu diyor ki: "HDP seçimle geldi seçimle gitmeli..."
Anladık da HDP, seçimle geldikten sonra seçimle kendisini Ankara'ya taşıyan siyasal sözleşmeye uymadı ki...
Seçimle gelenlerin, geldiği yer yasama organı değil midir?
Öyle ise yasama görevi olanların, siyasal sözleşme gereği yasal davranmaları gerekmez mi?.. Hukukun üstünlüğüne göre siyaset yapmaları beklenmez mi?..
Beklenir...
Kamu düzenini korumaları, toplumsal barışı sağlamaları ve en azından sağlayamıyorsa bile bu yolda çaba içinde olduklarını gösteren davranışlar sergilemeleri gerekmez mi?..
Gerekir...
Ama HDP kendini dağa bağlı hissediyor. Orada da orman kanunları geçerli... Orman kanunlarına uyulduğu bir ortamda, demokrasi çaresizleşir. Seçen seçilen bağı zayıflar.
Bu durumda demokrasiyi zorlayan ve kötülük alanına çeken kimdir?..
HDP'lilerdir.
Demirtaşlar, yasama organının bir parçası olduklarının bilinci içinde kanun yapıcı rolünün farkındalığı ile davransaydı, yani hukuki problem yaratmasalardı ve buna rağmen tutuklansalardı Kılıçdaroğlu haklı olurdu..
Neden?
Çünkü böyle bir durumda tutuklama hukuki olmaktan çıkacak siyasi olacaktı. Böyle bir durum olmadığına "seçimle gelenlerin" seçimle geldikten sonra geliş amaçlarına uygun davranmadıklarına göre başlarına gelen, yaptıkları fiilin bir sonucudur.