Avrupa'nın Suriyeli korkusu, virüs korkusundan büyük
Bazılarınız görmüştür; son günlerde, özellikle sosyal medyada, çokça paylaşılan videolardan biri, bir insan kaçakçısına dair. Yaptığı işi (!) öyle ballandırarak anlatıyor ki, "insanın Yunanistan'a kaçası geliyor" yorumu bile yapılıyor video hakkında.
Kişi başı 500-600 dolar aldıklarını, bir bota 30 kişinin bindiğini, bir seferde 15 bin dolar kadar topladıklarını, botun bedelinin 10 bin dolar, nakliye bedelinin 2 bin dolar olduğunu anlatıyor. Kendilerine kalan 2-3 bin doları da paylaşıyoruz diyor. Günlük bin dolar kazandıkları dahi oluyormuş.
20 senedir bu işi yapıyormuş, "ekmeğimiz buradan" diyor. Avrupa'nın yarısını kendisi göndermiş.
Karadan bedavadan gitmek için çabalıyorlar, hepsi geri dönecek diyor.
"Reis de izin verdi, biz de yolumuza çıktık" diyerek resmi bir hizmet gibi anlatıyor yaptığı işi.
Videoyu izlerken adamın pişkinliğine ister istemez gülüyor insan, ağlayacağı, utanacağı yerde.
(Buraya not düşmekte fayda var: Videodaki kaçakçı pek tabi tutuklandı.)
Koronadan daha az korkuyorlar
Çaresiz insanların dramı, tüm dünyanın gözü önünde yaşanıyor; Avrupa devletleri, koronavirüsünden fazla önlem alıyor gelmesinler diye, virüsten daha fazla panikliyorlar Suriyeliler için.
Öyle ki, bu insanları ülkelerine sokmamak için her ihtimale karşı her türlü önlemi baştan aldılar.
3 Mart 2016'da Türkiye ile AB arasında "Geri Kabul Anlaşması" dahi imzalandı. Anlaşma, AB açısından özetle şunu güvence altına alıyor: Türkiye kapıları açsa da Avrupa sığınmacıları almazsa, Türkiye bu sığınmacıları geri kabul etmeye mecbur.
Yani "kapıları açarım", "şu kadar Suriyeli Avrupa'ya geçti, şu kadar daha geçecek" falan uluslararası hukuk açısından bir anlam ifade etmiyor.
Geçen binlercesi, pek ala geri dönebilir ve uluslararası anlaşma gereğince Türkiye bu kişileri geri kabule mecburdur.
Tecrübeyle sabit. 2015 yılının eylül ayında yüz binlerce sığınmacı AB sınırına dayandı; Almanya, durumun sebep olabileceği sonuçları görüp kapılarını açtı ve 1 milyonun üzerinde sığınmacı, Almanya ve AB ülkelerine girdi. Bu olayın üzerine de 2016'nın mart ayında söz konusu anlaşma imzalandı. Tekrardan yüzbinlerce sığınmacıyı kabul etmek zorunda kalmamak için.
Yunanistan, en son, sınırına dayanan sığınmacılarla başa çıkabilmek için AB'nin dış sınırlarının korunmasından sorumlu birimi FRONTEX'ten yardım istedi. Günlerdir bu insanlara biber gazı sıkıyordu; dün ateş açacak kadar ileri gitti. Yunan Sahil Güvenliği, içinde bebeklerin bulunduğu botu batırmaya kalktı.
Uluslararası hukuk açısından…
Aslına bakarsanız, sığınmacılar, bulunduğu ülkeyi terk etmekte özgürdür. (Gitmek istediği ülkenin bu girişe müsaade vermesi başka bir mesele. Anlatmak istediğim ülkeden çıkış kısmı.) Bunun bir tek sonucu vardır, sığınmacı statüsünü kaybederler. Suriyelilerin bayram ziyaretleri yaptıkları zaman da yazmıştık, 'böyle şey olmaz' diye. Gitmek isterse gider, ancak giderse artık terk ettiği ülkede sığınmacı statüsünde olmaz.
Ancak Türkiye, Avrupa ülkelerine verdiği taahhüt gereği, sığınmacıların girişini kontrol etmesinin yanı sıra "çıkışını" da kontrol ediyordu.
'Aman Avrupa ülkelerinin düzeni bozulmasın' diye, tüm sorumluluğu üstlendi.
Sığınmacıların tüm yükünü Avrupa adına da Türkiye bunca yıl taşıdı ancak kendi vatandaşına bile iş veremeyen ülke olarak Türkiye'nin yapabilecekleri bitti.
Şimdi koşa koşa onlara virüs muamelesi yapan güya medeni Avrupa ülkelerine kaçıyorlar ve Avrupa, bu insanları almamak için elinden geleni yapıyor.
Türkiye, elbet, sığınmacıları siyasi çıkarları için ülkeye almıştı ve sonunda bu kadar insanın ekonomik götürüsü boyunu aştı. Ne Suriyelilere yaranabildi ne de Avrupa'ya. Üstelik olan zaten kötüye giden Türkiye ekonomisine ve Türk insanına oldu. Bakalım daha neler olacak…