Atina'da kaçaklarla konuştum?

Bir kahvehaneye girdim. Çay içmek istiyordum. Bir masada üç kişi Türkçe konuşuyordu. ''Siz kimsiniz?'' diye sordum, ''biz kaçağız'' dediler. Hemen bana yanlarında yer açtılar

/////////////////////////////////////////

30 yıl öncesi. Sofya''dan Selanik''e, Selanik''ten Atina''ya geçtim. Bir kahvehanede Türkiye''den kaçanlarla karşılaşıyorum.

Sonra bana Yunanistan''da anlattılar... Yunanlılar Türk düşmanlığını öne çıkaran yazılara çok sık yer veri­yorlar ve televizyonlarında da Türkleri baş düşman ilân eden yayınlar yapıyorlar.

Akşam yedi sularında Selanik''teyiz. Kazanas''a ve­da ediyorum. Yalnız üzerimde Yunan parası drahmi yok... Bana idare edecek kadar dolar bozuyor. Yunanis­tan''a geçtiğimde bir dolar 172 drahmi idi. Altı gün sonra ayrıldığımda 185 drahmi olmuştu.

Selanik''te kalmayacağım... Buraya sonra gelece­ğim. Şimdi Atina''ya geçmem gerekiyor. Otobüsten indi­ğimiz yerin karşısında Selanik İstasyonu...

Sabah Atina''dayım.

Atina''yı bir kere havadan görmüştüm. Beş-altı yıl oluyor. Arap ülkelerinden dönen uçağımız Atina Havaalanına inmiş, ikmal yaptıktan sonra İstanbul''a uçmuştuk. (...)

Bakire ilâhe Athena''dan adını alan şehre girdiğim­de elimde hiçbir adres yoktu. Milliyet''in Sofya muhabiri Mücahit Dükkâncı, bana kardeşinin bulunabileceği bir te­lefon numarası vermişti. Bir de Vati Meydanı''ndan bah­setmişti... O kadar. (...)

Sabahın erken saati. Ve pazar. Her yer kapalı. Kahvehaneler yeni yeni açılıyor. Acelem yok... Bakınıyorum. Pazar, ama, trafik yine sıkışık. Her yer motosiklet homurtusu. Bu Yunanlılar motosiklet sev­dalıları; kızlı erkekli bir sökün edişleri var; görülmeye de­ğer.

Açık bir kahvehane. Şurada bir çay içeyim... İçeri giriyorum. Ocağa yöneliyorum. Ocağın bitişiğinde kurul­muş masada oturan insanlar Türkçe konuşuyorlar...

-Türk müsünüz siz?

-Evet, Türk''üz.

-Türkiyeli mi?

-Türkiyeliyiz.

Bir yandan konuşuyor, bir yandan da bana yer açı­yorlardı. Hemen çayımız söylendi. Kahvehane sahibine iyi olması için ihtar çekildi! Yunanca konuşuyorlar ama siz anlıyorsunuz. Biz Türkler kahveden çok çay içiyoruz. Yunanlılar ise daha çok kahveyi tercih ediyorlar. Allah var, kahveyi güzel yapıyorlar. Eskiden "Türk kahvesi" diye tabir ederlermiş. Şimdi sahiplenmişler "Yunan kahvesi" diyorlar. (...)

Kaçaklarla karşılaşıyorum

Merak içerisindeyim. Kim bunlar? Aynı masada üç Türk... İkisi kahve içiyor, biri ise bira... Bira içen 30-35 yaşlarında gösteriyor; sık saçına kır düşmüş... Esmer yü­zü sabah sabah içtiği biranın etkisiyle kızarmış, ağzı hafif yamularak konuşuyor.

-Kimsiniz siz, necisiniz?

Sorumu açık yüreklikle cevaplandırıyorlar:

-Biz kaçağız.

Sandalyemi biraz daha yaklaştırıyorum. Hesapta yokken başka bir olayla karşılaşıyordum. Onlar da bana sordular:

-Siz kimsiniz? Atina''ya niye geldiniz?

Bu gençlerin kaçak olduklarını öğrenince hemen basın kartımı çıkarıp gösteriyorum. Onlardan ayrıntılı bil­gi almalıyım.

Birasını yudumlayan saçına kır düşmüş genç he­men atıldı:

-Seni Allah gönderdi abi... Yav nereden çıktın, çok şey anlatacağım sana, çok şey!...

Ona kendisiyle sonra konuşacağımı söylüyorum, diğer ikisiyle ayrıntılı konuşmaya giriyoruz.

Gün geçmiyordu ki Türkiye gazetelerinde Yunanistan''a kaçış haberi okunmasın. Niçin kaçıyorlardı ve kaçtıkları yerde ne yapıyorlardı? Bunları öğrenmeliy­dim.

Bira içenin adı Ârif. Diğer ikisinin adı Ali Şen (takma isim) ve Emin (muhtemelen bu da takma).

-Evet Ali... Anlat, Türkiye''den nasıl kaçtın?

-Bodrum''da Halikarnas diye büyük bir disko var. Orada iki arkadaşım daha vardı. İkisi de İzmirli.

-Sen nerelisin?

-Diyarbakırlıyım.

-Devam et...

-Maraşlı Ali diye biri vardı. Onun Düldül adlı kayığını 250 bin liraya satın aldık. (Bu para 1985''in para­sı). Maraşlı Ali bizimle Kara Ada''ya kadar geldi, sonra ayrıldı. Kayık bizim oldu. Kayıkla Kos Adası''na çıktık. Çıktığımız yer askerî bölgeymiş. Askerler hemen çevirdi, etrafımızı. Sormaya başladılar:

-Türk müsün?

-Hayır, Kürt''üm!

-Niye geldin?

-Köyümüzde askerlerin işkencesi vardı. Bir terö­rist geldiği zaman hepimizi toplayıp işkence ediyorlardı.

Kaçak hayat sefil hayat!

Anlatmaya devam ediyor:

-Üçümüzü bir gemiye bindirdiler. Atina''ya gel­dik. Omonya Meydanı''nda oturuyoruz, İzmirli arkadaşlara dedim ki, ben gideyim Vati Meydanı''na Türkleri gö­reyim, para alıp geleyim. Kristina adlı bir kadın vardı. Aslen Polonyalı. Maraşlı Hüseyin adlı bir Türk''le evli. Onun kahvesinde oturuyorum. Yarım saat sonra polis geldi: "Kalk!" dedi. Kalktım, üzerimi aradılar. Alıp kara­kola götürdüler. Karakol Aleksandra Karakolu idi. Önü­me bir kâğıt uzattılar, imzalamamı istediler. Kâğıtta ne yazdığını bilmiyordum. Türkçe bilen bir polis okudu. Uyuşturucu ticareti yaptığım yazılı idi. Polisten Türk konsolosluğuna telefon etmek için izin istedim. Konso­losluğa telefon ettim. Karşıma yaşlı bir kadın çıktı.

-Yılmaz Hanım ilgili, ona vereyim, dedi. Yılmaz Hanım:

-Nerelisin?

-Diyarbakırlıyım.

-İyi b.k yedin, eş.. oğlu eş...! dedi.

Diyarbakırlı "Ali Şen" bunları anlatırken ben yüz hatlarını inceliyor, bir yandan da not alıyordum. Acaba doğru muydu anlattıkları?

"Ali Şen" devam ediyor:

-İki sene hiç kimse ziyaretime gelmedi. Ailem hapisten çıktıktan sonra haberdar oldu.

-Hapisten çıktıktan sonra ne yaptın?

-Hapisten çıktıktan sonra "Yunanistan''ı terk et" dediler. Kaçak çalıştım. Lavrion Kampı yakınında Anavisyon''da iş buldum.

-Bir mesleğin var mıydı?

-Elektrikçiydim. Burada çalıştım, 2 bin mark topladım. İsviçre''ye gitmek istiyordum. Batı Trakya İskeçe nüfusuna kayıtlı bir sahte Yunan pasaportu yaptırttım. Zürih''e biletimi aldım. Otobüsle Yunanistan sınırını geç­tim. 200 m. sonra Yugoslavya sınırında yakalandım. Yu­goslavya''nın Gevgele kapısında kontrol sırasında iyi Yunanca konuşamayınca benden şüphelendiler. Sonra beni Yunan polisine teslim ettiler. Yunan polisi beni mah­kemeye verdi. Mahkemede bir buçuk ay hapis cezasına çarptırıldım. Bu ceza 5 bin drahmi para cezasına çevrildi. Bana üç ay oturma izni verdiler. Bu süre içinde bir Yunan kızı ile tanıştım.

YARIN: Ya ''Kürdüm'' diyeceksin ya Hristiyan olacaksın!

Yazarın Diğer Yazıları