Asıl tehlike "dava" dedikleri midir?
Sadece terör meselesi değil derdimiz. Bir de AKP'nin kendisi var. AKP hem sorun yaratıcı ve hem de sorundan beslenen bir parti durumunda. Üstelik çok işkilli bir parti ve katı düşünceli taraftarları var. Kısacası AKP, Türk siyasal tarihinde iktidar olmayı başarmış bir "dava(ideoloji) partisi." Sorun yaratmasının sebebi de zaten bu: "Dava partisi" olması.
AKP ve yandaşları, sıradan hükümet eleştirisini veya kendilerine yapılacak en ufak eleştirileri büyük bir tahammülsüzlükle karşılıyor. Çok daha vahimi ise eleştirileri ve eleştiren siyasal grupları hemen darbe ile ilişkilendirerek zaman zaman şiddete varan saldırıya geçmeleri...
Ne yazık ki AKP'nin "dava partisi" olması beraberinde rejim sorununu getirdi Türkiye'ye... Cumhurbaşkanının "Fiili durum" yaratmasının temel dayanağı tam da "dava" meselesinden kaynaklamıyor mu?..
Öyle...
Yaşadığımız siyasal gerçeklik olağan durum değil... Olmaması gereken durum. Olağan durum, anayasal sistem içinde, anayasanın verdiği görevleri hiçbir "fiili duruma" lüzum görmeden yönetmek ve ülkenin sorunlarını çözmektir.
AKP buna yanaşmıyor.
Yanaşmasını da beklemek hayal gibi görülüyor. Çünkü olması gereken duruma kendisini indirgerse, bu takdirde "davam" dediği ezeli iddiasına son vermiş olacak.
Böyle bir durum sizce mümkün mü?
Bu arada ülkenin ortaya çıkan ağır sorunları, AKP'nin "davam" dediği ideolojinin hayata geçirilmesi için sebep yaratıyor. Doğrudan ilişkili olmasa bile kurgulanan plan, alınan tavır ister istemez sorunu buraya taşıyor.
Böyle bir gidişat, oldukça tehlikelidir. Çünkü normal dışıdır. Dereyi geçerken at değiştirmek gibi. Düşüp boğulma ihtimalini beraberinde getiriyor.
İşte sürekli gündemde tutulan ve terörle bağ kurarak açıklanan 400 milletvekili konusu. Aranan 400 milletvekili "Yeni Osmanlıcılık" bağlamında kurulması planlanan "Yeni Türkiye'nin" inşası için önemli bir adım olarak görüldüğünden AKP kurmaylarında çöküş hissi yarattı.
AKP boşuna çabalıyor...
2002'den sonra ilk dört yıllık iktidar sürecinde elde edilen AB, ABD desteğini büyük ölçüde kayıp etti. İkinci dört yılda kazandığı Arap ülkelerindeki sempati ve destek de şimdilerde yok.
Üçüncü dört yılda ise içe dönük operasyonlara girişti. Orduyu hizaya çekme bu yolda döşenen fevkalade önemli taşlardan biriydi. "Vesayet kalkınca" elbette, "Yeni Osmanlıcılık" davasına bir adım daha yanaşılacaktı. Çünkü vesayet aynı zamanda orduya "rejimi koruma ve kollama görevi vermekteydi." Bu yapıyı kırmayı başardılar ancak iş kazası yaptılar. Hem, 17-25 Aralık ve hem de yabancı ülkeler nezaretinde gerçekleşen "Oslo süreci" ellerinde patladı. Ayrıca yol ayrımında, "Yeni Türkiye kimin olacak" çatışması hesapları bozdu. Onun için cemaat hain olarak suçlanıyor.
Oslo süreci de 7 Haziran seçimleriyle sekteye uğrayınca işler karıştı ve başka yollar aranmaya başlandı. Terör bu çarpıklıktan doğdu.
1 Kasım seçimleri, sözü edilen o meşhur "davanın" son hamlesi.
Şimdi "fabrika ayarlarına dönme" çabası, "milliyetçileşme" hamleleriyle seçmeni kazanmaya çabalıyor. Ancak, derenin altından çok su aktı. Durum ve şartlar eskisi gibi değil. Hem ekonomi eski ekonomi değil, hem Türkiye'nin komşuları eski komşular değil ve çok daha önemlisi, siyasetin iç dinamikleri bundan 13 yıl önceki gibi durmuyor.
"Her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalalım" anlayışındalar. Gidişat ise "iktidar olmak için de her yol mubahtır" anlayışına doğru gidiyorlar.
Asıl tehlike budur...