Arabesk ne getirdi ne götürdü?

Ferdi Tayfur’un vefatıyla arabeske hızlı dönüş içindeyiz. “Batsın bu dünya!” diyoruz... “Sen mutlusun ben perişan...” diyoruz... Nice hüzünler, nice ulaşılamayan özlemler, hayatımızın bir parçası oluverdi.

Dün yazdım... Arabeskin dışındayım. Hiç dinlemek istemediğim bir müzik dalı.

Ara ara arabesk tartışmaya açılır. Şu satırları bir tartışma sırasında yazdım:

Hazin tarafı şu: Arapları çağrıştırdığı için kimilerinin arabesk üzerine gitmeleri. Hâlbuki arabesk müzik Türk ruhuyla asla bağdaşmayan, insanı tüketen bir müzik türü oluşudur. Benim nazarımda arabesk, müzik ilkelliğinin en baş örneğidir.

Mısır’da uzun süre kalmış, orada okumuş bir hocam, fakültede derste, söz neden açıldığı aklımda değil; o sıralar birden parlayan Orhan Gencebay için, Mısır’ın çok ünlü bir sanatçısının adını söyleyerek müziği onunla aynı demişti. O şarkıcının adını hatırlamıyorum... Ümmü Gülsüm’le (1998-1904) aynı dönemdeydi.

Hocamın sözlerini destekleyen araştırmalar ortaya konmuştur.

Ünlü besteci Yalçın Tura, 1988’de yayınlanan “Türk Musîkîsinin Mes’eleleri” kitabında Arabeske dair çok ağır cümleler kurar:

“Türk mûsıkîşinâsları, Mısır filmlerinin Arapça sözlü mûsıkîlerini, Türkçe sözler katarak düzenlemeye, aynı tarz ve üslûpta yeni bestelerle zenginleştirmeye başlamış ve bu yoldan büyük ün ve servet sağlamayı başarmıştır. Gerek Arap radyoları, gerek 1936’dan 1948’e dek Türkiye’ye sokulan ve sayısı kimi kaynaklara göre bini aşan Mısır filmleri, Türk halkının müzik ihtiyacını tatmin etmeye devam etmiş ve gitgide alışılan ve dozu arttırılan bir uyuşturucu halinde, milletin müzik zevkini büyük ölçüde tahrip etmiştir.” (s. 42)

Edebiyatçı Prof. Dr. Namık Açıkgöz ise “arabesk”i “devletin dayattığı müziğe karşı, halkın protest bir tavrı” olarak bakar:

“…Hint filimlerindeki müzik sesi, halkın dikkatini çekti. Habitatından kopan halk, hatıralarındaki müzik sesi ile Hint filmlerindeki müzik sesini birleştirdi. Nota düzeni ve icra, klasik gelenekten koptu. İcra sesine yeni ve baylan tınılar eklendi. Arabesk ortaya böyle çıktı. Yani tabiri caizse, müzik konusunda halk kendi göbeğini kendisi kesti. Yeni kompozisyonlar, klasik geleneğe göre dejenere de olsa, arabesk müzik, devletin dayattığı müziğe karşı, protest bir tavır olarak gelişti. Ezik bir ses tavrıydı ortaya çıkan ses tavrı. Halk, tam olmasa da, kendi duygusunu, kendi hikâyesini buldu arabeskte.” (https://www.murekkephaber.com/yazarlar/prof-dr-namik-acikgoz/habitatlarina-donus-yolunu-kaybedenlerin-muzigi-ve-muslum-gurses-fenomeni/5/)

Arabesk “varoş kültürü”yle içi içe gösteren araştırmalar var. Ünlü sosyolog Prof. Dr. Orhan Türkdoğan “Gecekondu ve İnsan - İstanbul Varoş Kültürü” eserinde bu kültürü ayrıntılı ele almıştır.

***

Hilmi Yavuz “Niçin hâlâ arabesk dinliyoruz?” diye soruyor ve şu cevabı veriyor:

“Hatırlayanlarınız olabilir: 1989 yılında Turgut Özal hükümetinin Kültür ve Turizm Bakanı Tınaz Titiz, o günlerde gazetelerin “‘acısız’ devlet arabeski” diye yaftaladığı ne idüğü belirsiz bir müzik konseptini hayata geçirmeye kalkışmış ve 'arabesk' sanatçısı Hakkı Bulut'a, bu konsepte uygun bir melodi ısmarlamıştı.

Söz ve müziği Hakkı Bulut'a ait olan, düzenlemesini Bulut’la Esin Engin'in birlikte yaptığı ‘Seven Kıskanır’ın, Tınaz Titiz'in müzik danışmanı Candan Selanik, ‘halkın müzik beğenisinin geliştirilmesi ve arabeskten uzaklaştırılması’ amacıyla gerçekleştirildiğini açıklıyor ve 'arabesk tehlikesinin sanıldığından daha büyük olduğunu, devletin artık bu olaya sırt çeviremiyecek duruma geldiğini, o nedenle de böyle bir müdahaleye lüzum gördüklerini söylüyordu. Amaç, halkı ‘çile ve mazoşizm izleri taşıyan müzikten uzaklaştırmak’tı!

Anlaşıldığı kadarıyla Bakanlık müzik danışmanı Candan Selanik, Hakkı Bulut’un ‘Seven Kıskanır’ını da fazla ‘acılı’ bulmuş olmalı ki, ‘keman partisinde ve yaylı çalgılarda arabesk unsurların ayıklandığını’ belirtmiş ve şunları söylemişti: 'Arabeski yok ettiğiniz zaman o müziği arabeske müptela olan kişi dinlemeyecek. İlk parçada (Selanik, ‘Seven Kıskanır’ı kastediyor! H.Y.) arabesk unsurlar henüz var. Yaptığımız iş, dozu azaltarak kişiyi uyuşturucudan kurtarmak gibi bir şey. İkinci aşamada enstrümanlarda arabesk unsurlar tamamen ayıklanacak, ses partilerinde de ayıklamalar yapılacak’. ‘İkinci aşama’ gerçekleşti mi, doğrusu orasını bilemiyorum. Ama, Bakanlığın müdahalesini ‘kısmen’ olumlu bulanlar da var: Mesela Cem Mansur. ‘Arabeskin sağlıklı bir şey olmadığının Devlet tarafından kabul edilmesi[nin] sevindirici’, ancak ‘arabesk[in], birtakım şartların ortaya çıkardığı bir hastalık [olduğunu]; [...] bu kültür ortamını, kültürsüzlüğü, sosyal nedenleri ortadan kaldırmak’ gerektiğini belirtiyordu. Mansur’a göre, ‘toplumsal kökü olan bir şeyin, devletten gelen ısmarlama reçetelerle düzeltilmesi görülmüş, duyulmuş şey değil[di]. Arabesk müziğin içinde buldukları feryad figan insanları tatmin e[diyordu]'; o çıkartılınca da, ‘arabesk müzik alkolsüz rakı olacak[tı]’!

Pek iyi de, halkımızı ‘uyuşturduğu’ öne sürülen arabesk, hayatımızdan tasfiye edildi mi? Ne münasebet! Son günlerde arabeskin bu defa başka bir formatta yeniden üretilmekte olduğuna dair haberler yayımlanıyor. Arabesk, tasfiye edilmek şöyle dursun, daha da yaygınlaşıyor.” (Hilmi Yavuz, Niçin arabesk dinliyoruz?”, Zaman, 22 Haziran 2010)]

***

Musiki üzerine tartışmalarımızın kimse Cumhuriyet’le birlikte başladığını sanmasın. Cumhuriyet döneminde her şey Batı’ya göre tanzim edildiği için Türk sanat müziğinden de Türk halk müziğinden de neredeyse vazgeçiliyordu. Hatta ilk zamanlarda radyoda Türk sanat müziği yasaklanmıştı.

Müzikolog Halil Bedii [Yönetken]’in Dergâh dergisinde 1921’de çıkan “Bugünkü Musikimiz” başlıklı yazısının girişinde “Bugünkü musikimiz, fütuhat devrinde İran ve İslâm medeniyetlerinden saraylarımıza geçen hayatın o zamanki ifade vasıtalarından biridir. Vâkıa musiki, resim, heykeltıraş gibi dinen memnu bir şube-i sanattı. Fakat bu memnuiyetin şiddeti halk üzerinde idi. O, saray ve etrafındaki konaklarda kuvvetsizdi. Havas zümresinin mâlik olduğu bu istisnaiyet ile iptidaî, gayr-ı dinî sanat, saray ve konağa girdi ve orada yerleşti.” cümlelerini kurar.

***

Ferdi Tayfur’un vefatından sonra ortaya çıkan görüntüler, Arabesksiz bir hayatın mümkün olmadığını gösteriyor. Arabesk kültürüyle nelerin geldiği ve asıl nelerin gittiği ayrı tartışma konusudur.

Yazarın Diğer Yazıları