Anayasa Mahkemesi artık yok hükmünde mi?
Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye İşçi Partisi’nden Hatay milletvekili seçilen Şerafettin Can Atalay’ın “hak ihlâli” kararına üzerine fırtınalar kopuyor.
İstanbul 13. Ceza Mahkemesi'nin AYM kararını uygulayarak Can Atalay'ı serbest bırakacağına, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi. Bu daire 8 Kasım’da Can Atalay’ın mahkûmiyet kararını tasdik eden bir önceki kararın doğru olduğunu belirterek, AYM’nin ihlâl kararına uymayı reddetti ve fırtına koptu. Reddetmesi yetmedi AYM'nin “Anayasa’yı ihlal ettiğini ve yetkisini aştığını” ileri sürerek Can Atalay hakkında ihlâl kararı veren Anayasa Mahkemesi’nin dokuz üyesi hakkında suç duyurusunda bulundu.
Anayasa’nın 153. maddesi çok net: “Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin AYM’nin kararını tanımamasına Ak Parti içinden bile ses yükseldi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin bu karının, aslında Saray’ın kararı olduğunu herkes biliyor.
Gezi protestolarına 10 binlerce insan katıldı. Hem de eylemler 80 ilde birden sürdü. İktidar olanlar, bu eylemlerin asıl maksadı üzerine duracaklarına kendilerine düşmanlık yapıldığı iddiasıyla hareket ediyorlar. Geçmişte bunları çok yazdık. Gezi olayları sırasında cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül, gayet mülayim sözler ederken, Başbakan Recep T. Erdoğan, öfke seliyle ortalığı yıkıyordu.
Çünkü Saray, kendisine darbe yapılmak istendiğine kani idi. Kim varsa hepsi cezalandırılmalı, demeye gelen tavrını hiçbir surette değiştirmedi.
27 Mayıs 2013’te başlayan Gezi protestoları, Saray’ın travması diyebiliriz. Hem de 80 ilde böyle protestoların olabileceği bir türlü kabullenilemiyor.
Recep Tayyip Erdoğan ne derse o. Baştan biliyoruz. Kuvvetler ayrılığından artık bahsedilmediğini söylemeye gerek yok.
Reis Bey, önce “Anayasa Mahkemesi maalesef birçok yanlışları arka arkaya yapar hâle geldi; Yargıtay'ın aldığı karar asla bir kenara atılamaz, itilemez.” sözünü etti. Sonra oturduğu makamı hatırlamış olacak ki; bir adım geri manevra yaptı: “Bu tartışmada taraf değil hakem konumundayız.” dedi.
“Taksim Dayanışması” diye anılın grubun yedisine 18’er yıl ceza verdiler. Epey yatırdıktan sonra ikisini bıraktılar. Beşi mahpus. Çok açık söylüyorum, “kin” yüzünden boşu boşuna yatıyorlar. Üstelik birinin cezası ağırlaştırılmış müebbet. Osman Kavala’dan bahsediyorum.
Nasçı iktidarın, ayet-i kerîmeleri muhakkak dikkate alacağını düşünürsünüz. İki Ayat-i kerîme hatırlatacağım:
1.“Mescid-i Harâm’a girmenizi engellediler diye bir topluma karşı duyduğunuz kin, sakın aşırı gitmenize sebep olmasın. İyilik ve takvâ hususunda yardımlaşın, günah ve haksızlık yolunda yardımlaşmayın. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın cezası çetindir.” ((Maide, 5/2)
2. “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide, 5/8)
Hz. Peygamber’in müsamahasına hiç girmeyelim şimdi.
Dört duvar arasına tıkılanların fikirlerinin çok uzağındayım. Ülkeme kastetmedikten sonra kim olursa olsun, fikrine bir sözüm olmaz.
Yakın zamanda kaybettiğimiz ünlü hukukçu Prof. Dr. Ergun Özbudun, Şerafettin Can Atalay’a teşmil edilebilecek bir hukukî değerlendirmede bulunuyor. Diyor ki:
“TC Anayasası da, 1924 ve 1961 Anayasaları’nın geleneğini devam ettirerek, yasama dokunulmazlığını açıkça tanımıştır. Anayasa’ya göre (m. 83/2),’seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclis’in kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bildirmek zorundadır.’ Dokunulmazlığın bir sonucu da, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçimden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesinin, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılmasıdır (m. 83/3). Burada söz konusu olan ceza hükmünün, milletvekilliğin düşmesini gerektirmeyen bir mahkûmiyet olduğunu belirtmeye hacet yoktur.” (“Yasama Sorumsuzluğu ve Yasama Dokunulmazlığı: Hukuki Mahiyetleri ve Farkları”, TBB Dergisi, S. 59, 2005, s. 110)
Can Atalay’ın “Şerafettin” ismi bu hukukî tartışmalar sırasında öğrendik.
Eski CHP’li milletvekili, eski Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Erol Çevikçe’nin “Şerafettin Can Atalay” başlıklı yazısında, “Şerafettin” ismi üzerinde duruyor. Dikkat çekici bir not:
“Şerafettin Can Atalay, Amasyalı bir emekçi ailedendir. Büyük Amcası Şerafettin Atalay benim İlkokul dönemimden arkadaşımdır. Kuruluşunda TİP Amasya İl Başkanı oldu. 12 Mart olayları sırasında Anadolu’da ilk siyasi cinayet kurbanlarındandır. 1971’de sabahın bir erken saatinde ülkücü bir mahallelisi tarafından alnından tek kurşunla canına kıyılmıştır. Can’ın Babası Mustafa Atalay ağabeyinin izinden TİP üyesi olarak bir çatışmada yaralanmış ve Amasya’dan İstanbul’a göç etmiştir. Can da İstanbul’da doğmuş ve eğitimini ve sonrası bilinen hak ve emek uğruna çalışma yaşamını orada sürdürmüştür. Bir Kardeşi de Behice Boran’ın zamanında Ankara TİP Gençlik Kolları Genel Başkanlığı yapmıştır. Can, toprağından kendisini özgürlük, eşitlik ve alın terine adamış bir aydınlık öncüsüdür.” (Bizim TV, 4 Eylül 2023)