Anadolu’nun ruhu Necip Fazıl’ın ‘Tohum’u

Necip Fazıl Kısakürek ilk tiyatro eseri “Tohum”u yazdığında 30’lu yılların başında idi. “O ve Ben”deki “O”yu yeni tanıyordu:“O”, Abdülhakîm Arvasî’dir. O’nun feyziyle ruhunu henüz doyurmaya başlamıştır.
Necip Fazıl Maraşlıdır. “Tohum”da olaylar Fransızların işgal ettiği Maraş’ta geçer. Millî Mücadelede Anadolu’nun özüdür “Tohum”.
Peyami Safa, “Tohum” üzerine 1936’da Hafta dergisinde şunları yazıyor:
“Necip Fazılın ‘Tohum’ adlı harikasını gördükten sonra eserin felsefesi ve temsili hakkındaki fikirlerimi Tan gazetesinde yazmıştım. İçinde tam bir kâinat vizyonunun bütün unsurlarını taşıyan büyük kategoride piyesler, her sınıf düşünceyi ayrı ayrı mihraklardan harekete getirmek kabiliyetinde oldukları için Tohumu bir başka tarafından anlamıya çalışmak istiyorum.
Necibin eserinde Millî Mücadele sadece mazlum bir milletin emperiyalizme karşı ayaklanması ve Anadolu, sadece bir istihsal prospektifi içinde mütalâa edilecek alelâde bir toprak yığını, ruhsuz ve şapşal bir tabiat parçası değildir.
Zekâyı maddeden kaidesi üstüne kaskatı bir idrak cihazı gibi oturtan materyalist görüşü parçalıyarak bu maddenin dibini ve ruhunu eşeleyen Necip Fazıl, silâhın silâha değil, kendi muhtevasını seferber etmiş bir kahraman ruhunun bütün bir kavga endüstrisine karşı çıkarak onu nasıl mağlup ve kepaze ettiğini göstermek suretile ruhun topa tüfeğe, gizlinin açıka, sırrın bedahate, namerinin meriye, kavranmıyan ve yakalanmayan mahiyetin tutulan ve dar bir idrakte zincire vurulan sathî realiteye galebesini ilân, telkin ve ispat etmiş oluyor. Bu yepyeni idealist görüşle Anadolu bir seyyah fotoğrafının filme çektiği standarize bir dere tepe, yayla, toprak manzarası değildir. Basit ve geçici gözün gördüğü Anadolunun altında bir de görünmeyen, hakiki Anadolu vardır. Bakınız, işte, üçüncü perdede Anadolunun ezelî ifadesi, kaval, size uzaklardan bu görünmeyen Anadolunun içini söylüyor. Bu sesin mantıkı materyalist mantık mıdır? Bu sesin içindeki mananın riyaziyesini tayin etmek kabil midir? Hayır... Bu içeri plân, çizgi, fotoğraf, dar bakışa sığmaz. Fakat Necibin piyesinde içinden dağlar geçen göz deliğinden, içinden deve geçen iğne deliğinden daha küçük bir cevhere, Tohumun cevherine bütün bir kâ-inat sığar. Anadoluyu anlamak, mevzuu anlamaktır. Nitekim her şeyi anlamakta yine Tohumun beşerce mümkün olabilecek en geniş idrakine varmak demektir.”
“Tohum” 1935’te kaleme alınmıştır. Peyami Safa, bir ara aynı evi paylaştığı yakın arkadaşını gönendirmek için bu satırları yazmıyor, “cevher”i idrak ettiği için yazıyor.
Bu “cevher”i “komünist” denen Muhsin Ertuğrul bile görmüş ve eseri bizzat sahneye koyduğu gibi, oynamıştır da.
Necip Fazıl’dan Cemil Meriç’e uzanıyoruz... “Cevher”in şuursuzlaşmasına ünlü mütefekkirin içi yanıyor:
“Ne Batıyı tanıyoruz, ne Doğuyu... En az tanıdığımızsa kendimiziz. Biz Müslümanlığından, Doğululuğundan, Türklüğünden utanan, tarihinden utanan, dilinden utanan şuursuz bir yığın haline geldik..”

***


Yeni Anayasa yapalım dediler... Tartıştıkları tek şey; Türkiye’yi nasıl parçalarız, insanlarımızı birbirine nasıl düşman ederiz...
İnsanlarımız sadece “yurttaş” olsun, diyorlar. Her birimiz birer “mankurt”... Bütün millî hassasiyet silinmiş; ruh gitmiş, ceset kalmış.
Dün, PKK ağzından konuşan bir eski Maocunun hezeyanlarını yazdım... Ardından Başbakan Recep T. Erdoğan’ın partisinin son grup toplantısındaki konuşmasından bir bölüm verdim. Başbakanın o sözleri, belki ilk defa, Peyami Safa’nın Necip Fazıl’ın “Tohum”unu tarif ederken, “Anadolunun ezelî ifadesi, kaval, size uzaklardan bu görünmeyen Anadolunun içini söylüyor” dediği sözlerin ta kendisi idi.
“Kaval”ı değiştirdiğimiz an, elimizde hiçbir şey kalmayacaktır.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bütçe görüşmeleri sona erdiğinde Mecliste yaptığı “etnikçi” konuşması, yetişmesinde büyük emeği geçtiğini söylediği Necip Fazıl’ı, belki bütün eserlerini sindire sindire okuduğu Cemil Meriç’i inkârdır.
Anadolu’nun ruhunu inkârdır...
Anadolu’nun içini söyleyen “kaval”ı inkârdır... Ve kendisini inkârdır!

Yazarın Diğer Yazıları