Anadil... Nereye kadar?
Doç. Dr. İlhan Kaya ile konuşmamızda şunu gördüm ki, sınırlar kesin çizilmiş... Tarihî, sosyolojik, psikolojik bütün ilmî verileri önlerine koysanız, mesele siyasîleşmiştir; dönüşü olmayan bir yola girilmiştir. Irgalanmadan, silkelenmeden, insanlar kendilerine gelemeyecekler; ne yapıyoruz, nerede hata edeyoruz, diyemeyeceklerdir.
“Türk’ün Adını Silme Planı” kitabımızda, ilim adamlarının görüşlerini de alarak, mücmel, ortaya koymaya çalıştık... Tarih tamamen yok sayılıyor ve etnisite, bir milletin değil bir ümmetin ( “Türk”ün, aynı zamanda “ümmet” adı olduğunda ısrarla durduğumu biliyorsunuz!) karşısına çıkarılarak vuruşturulmak isteniyor ve vuruşturuluyor.
Mantık dumura uğramıştır.
PKK’nın içinden gelmiş ilim adamı bile, “Kürtçeyle eğitim vermeniz mümkün değil; literatür yok.” dediği hâlde “Anadilde eğitim verilmelidir!” ısrarının maksadı ne? O zaman kendisini ne kadar PKK çizgisinde, Hizbullah çizgisinde gören varsa, toplansın belli yerlere; mektepler açılsın, istedikleri dilde eğitim görsünler... Toplanabilirler mi? Eğitim atmosferi mümkün mü? Barzanî’nin bölgesinde, konjonktür onun lehine; ABD, uzun zamandır ayrı devlet kurması için, yol üzeri temizlik yapıyor ama o yolda yürüyemiyor, tıkanıyor... Bu da mı görülmüyor?!
Maksat Ortadoğu’da Türkler de dâhil, kimse rahat etmesin... Müslümanler birbirlerini yesin, dünyanın jandarmaları, payandalarla her yere hükmetsinler. Meselenin özü budur.
Doç. Dr. İlhan Kaya dün veremediğim cevabında diyor ki:
“Bunu PKK istedi veya istemedi değil; hak olarak görmek gerektiğini düşünüyorum açıkçası. Diyelim ki, bir toplum kendi dilini öğrenmek, öğretmek istiyor. Buna izin veriyor musunuz, vermiyor musunuz?... İşin temel noktası burada. Turgut Özal’dan önce Kürtçe müzik dinlemek bile yasaktı. Talepler varsa, sizin devlet olarak esnek yapınız içinde bunu sağlamanız lâzım. Türkiye’nin şöyle bir şansı var. Osmanlı Devletinin bir geçmişi var. Şark medreselerinde Kürtçe eğitimin yapıldığını zaten görüyoruz. Fekiye Teyran’ın, Ahmed e Hanî’nin, bunların eserlerinin okutulduğunu görüyoruz.”
Osmanlı sistemini incelemeye, hele medreselerde bahsetmeye kalkarsak, tuttuğun çok şey elinde kalır. Osmanlı bir misal değildir. Devlet padişahın mülküdür; hangi dili konuşursa konuşsun, yeter ki kendisine bağlı olsun.
İlhan Kaya ise, ısrarlı: “600 yıl insanları bir arada tutmuş bu sistem. Bence o esnek yapı çok önemli bir yapı. Medreselerin bazılarında dört dil var: Arapça, Farsça, Türkçe, Kürtçe...”
Osmanlı sahasında, Arapçasından, Farsçasına, Türkçesine kadar belli başlı eserleri bilirim. Tarasanız Arapça, Farsça, Türkçe on binlerce eser karşınıza çıkar... Ya mahallî dil? Keşke işlenmiş olsaydı, keşke orijinal eserler verilebilseydi... Hepimizin gururu olurdu. İlim ve edebiyat hayatımız zenginleşirdi. İlhan Bey saydı, üzerine bir ikisini daha eklersiniz... Sonra?...
Bir milleti/ümmeti ayrıştırma, “bir millet” ten “millet” çıkarma çabanızın gayretullaha dokunacağını düşünmüyor musunuz! (Yarın cevaplar var.)