Altılı Masa, Beşli Masa derken... Du bakali ne n'olecak
Öyle bir evreden geçiyoruz ki, Türkiye''nin kaderi belirlenecek.
Saray erkânı, 1150 odasına kurdukları ekranlardan büyük bir memnuniyetle 5+1 muhalif masayı takip ediyor. Daha önce masa altılıyken söylemediklerini bırakmayan Saray ve çevresindekiler, şimdi, "Dur bakalım ne olacak" havasındalar.
"Dur bakalım ne olacak" deyince Aziz Nesin''in "Du bakali ne n''olecak" hikâyesi aklıma geldi.
Yaşı geçkin Ebul-Fatık çok kıskançtır. Gencecik karısının kadın akrabalarıyla dahi sık görüşmesini istemiyor. Ancak, Ebul-Fatık evde olmadığı zamanlar kızın canı çok sıkılıyor. Adam, kendisine karısına güvenmeyen, eve hapseden koca da dedirtmek istemiyor. Evde olmayacağı iki gün, karısına alışveriş için, çok uzaklara gitmemek şartıyla sokağa çıkma izni veriyor.
Ebul-Fatık, saf karısının, namusunu el''e verme safhasının her basamağında "Du bakali n''olecak" der ve nihaî noktaya geldiğinde, içi içini yemekle beraber saf karısını uyandırmamak için: "Amaaaaan Nacmiya, ban da muhim bişey zannediyordum. Du bakali n''olecak diye boşuna merak etmişim." der.
Altılı Masa''nın, toplanıp dağıla toplanıp dağıla halkı iğfal etmediğini kim söyleyebilir!
Sonunda masa çatladı.
Bir yazımda "Altılı Masa insanı bayıyor. Toplanıyoruz, toplandık. Bugün bana gelin, yarın sizdeyiz... Ne oluyor yahu! Kitleleri arkanıza alıp Saray''a tavrınızı koyabiliyor musunuz? Yapacaklarınızla halkı ikna edebiliyor musunuz? Asıl mesele budur!" demiştim.
İnsanlar baydılar, yine de bir umut beklediler.
"Bir umut beklediler." derken... Spinoza''nın ünlü felsefî eseri "Etika"sı üzerinde durmak isterim.
Spinoza, Etika''da "İnsanın duygularını yönetmedeki ya da denetlemedeki acizliğine esaret adını veriyorum. Çünkü duygularına boyun eğen bir insan kendi denetimi altında değil; daha çok kaderin denetimi altındadır." der.
Spinoza şunu da der: "İnsanlar kendilerinin hür olduğunu düşünürler, çünkü, kendi seçimlerinin ve arzularının farkındadırlar. Ama kendilerini bunları seçmeye ve arzulamaya sevk eden sebeplerden bihaberdirler."
İnsanlar, kendilerini seçmeye, arzulamaya sevk eden sebepleri bilselerdi, siyasîlerin tepeden konuşmalarına, "Bizim yanlışımızı doğru kabul edeceksiniz." buyruğuna boyun eğmezlerdi.
Söze sosyalistlerle (komünistlerle) başladık. Ağababaları Nâzım Hikmet''le devam edelim... ilk sosyalist/komünist dergi Aydınlık''ta çıkan "Ayağa Kalkın Efendiler" şiirimsisinden:
"Behey! kaburgalarında ateş bir yürek yerine / idare lambası yanan adam! / Behey armut satar gibi / sanatı okkayla satan sanatkâr! / Ettiğin kâr / kalmayacak yanına! / soksan da kafanı dükkânına, / dükkânını yedi kat yerin dibine soksan; / yine ateşimiz seni / yağlı saçlarından tutuşturarak / bir türbe mumu gibi damla damla eritecek! / Çek elini sanatın yakasından / çek! / Çekiniz!
Bıyıkları pomadlı ahenginiz - / süzüyor gözlerini hâlâ / koyda çıplak yıkanan Leyla''ya karşı! / Fakat bugün / ağzımızdaki ateş borularla / çalınıyor yeni sanatın marşı! / Yeter artık Yenicami tıraşı, / yeter! / Ayağa kalkın efendiler..." (Nâzım Hikmet [Ran], "Ayağa Kalkın Efendiler", S. 28, Kanunuevvel [Aralık] 1924)
Ey politikacılar! Yerinizi bilin! Asıl sizi aydınlatacak, sizi yönlendirecek, sizi otur deyince oturtacak, kalk deyince kaldıracak halktır!
Halk bir ayağa kalkarsa!...