Âlî Paşa'nın vasiyeti
Cemil Meriç'in "Umrandan Uygarlığa" kitabını okudunuz mu? Soruyu daha genişletelim: Cemil Meriç'i okudunuz mu?
Tanzimat'ın üç büyük gücü vardır: Reşid, Âlî ve Fuad Paşalar... Abdülmecid ve Abdülaziz'in sadrazamlarından Âlî Paşa (1815-1871) bize küçük ama fikir hamûlesi yüklü bir vasiyetnâme bırakmıştır.
Cemil Meriç, yukarıda adına verdiğim eserinin 32-49. sayfaları arasında Âli Paşa'nın vasiyetnâmesini değerlendirmiştir. (Bendeki kitap Ötüken Yayınları'nın 1979 baskısıdır.)
Âli Paşa ülkenin birçok meselesine temas eder ve bir yerde şöyle der:
"İzleyeceğimiz politika meydandaydı. Bâzı devletlerin saldırı gücüne karşı ötekinin müdâfaa gücünü kullanacaktık. Bu arada tebaamızın bir kısmı uyuşukluktan kurtuluyordu. Âdetlerde değişiklikler oluyor, yeni ihtiyaçlar çıkıyordu sahneye. Ama ithâl edilen bir medeniyetti bu, ağır ve kaçınılmaz bir 'olgunlaşmanın' meyvesi değildi. Böyle olduğu için, Avrupa'nın faziletlerinden çok rezaletlerini aldık."
Zamanımızda bile, vasiyetnamenin yazılışından bu yana neredeyse 150 sene geçti, problem aynı.
Yusuf Akçura, "Üç Tarz-ı Siyaset"te, Reşid, Âlî ve Keçecizâde Fuad Paşalara sık göndermelerde bulunur. İslâmcılık, Türkçülük, Osmanlıcılık tartışılırken, Ali Kemal, Ahmet Ferit Tek, Hüseyinzade Ali ve daha başka, dönemin şartlarında isim kullanmayanlar, araya girerler. Tartışmaya katılmayan ama tartışmanın "Türkçülük" cephesinde fikir açıklayan ünlü müsteşrik Vambery'nin tespitleri yabana atılacak gibi değil. Vambery, sözü edilen paşaları yakından tanımıştır. Fuad Paşa ile aralarında Türklüğe dair geçen bir muhâvereyi naklediyor. Bunu daha önce yazmıştım. (Bilge Kültür Sanat Yayınları arasında "Üç Tarz-ı Siyaset ve Tartışmalar"ı yayınladığımı biliyorsunuz. 100 yılı geçkin bir zaman önce yapılan bu tartışmaları okumalıyız. "Siyasî İslâmcılar" neye kulaç attıklarını, attıkları kulacın kendilerini nasıl bir bataklığa sürükleyeceğini anlayabilmeleri için dönemi, Ahmed Naîm'in Türk'e karşı kasıtlı kitabından değil, başka kitaplardan da tetkik etmelidirler.)
Burada vasiyetnâme üzerinde durmayacağım.
1856 Islahat Fermanı'nda da imzası olan Âlî Paşa'nın padişahın mutlak söz sahibi olduğu bir ülkede ölümünden birkaç ay önce yazdığı vasiyetnâmesinde "basın hürriyeti"nden bahsetmesi şaşırtıcıdır ve bugüne bir derstir. Şu satırları okuyunca "sultan" özentileri, utanır mı, bilemem:
"Basın hürriyeti ancak hatâlarını düzeltmek istemeyen hükümetler için bir tehlikedir. Sizin hükümetiniz yurdun iyiliğinden başka bir şey düşünmüyor, o hâlde böyle bir hürriyet onun için bir nîmettir. Bir milletin düşüncesini baskı altında tutmak, onu birtakım gizli yollar aramağa zorlar, eninde sonunda bulur bu yolları. Hürriyetsizlik her türlü fesadı kolaylaştırır. Devletin güveni tehlikeye girer, zora başvurmak gerekir. Basın hürriyeti kötülükle savaşmak ve faydalı olmak isteyen her hükümetin tabiî müttefikidir. Bugünkü idarede basın, Osmanlılar arasında zayıf bir bağ kurabiliyor… Basın siyâsî mes'elelerle uğraşacak, hükümetin yaptıklarını değerlendirecek ve ülkenin ihtiyaçlarını belirtecek, ihdasını istediğimiz genel komiserlerin işini kolaylaştıracaktır. Basın, millet meclisi kuruluncaya kadar bu meclisin yerini tutacaktır."