Ak Parti hesabı tutmayınca neye sarıldı?
Zaman geçince, geçmişe dönüp bakıyoruz, bazı şeyleri daha net görüyoruz. Ak Parti öyle bir bombardımana girişmişti ki; R. T. Erdoğan asla telaffuz etmediği kelimeleri telaffuz etti... “Milliyetçilik de bizde, güç de bizde... ‘Milliyetçi’ partiye gitmeyin, bize gelin!”
Kastettiği “milliyetçi” partinin neredeyse bütün argümanları dilindeydi. Ak Parti yönetiminin PKK ile bir alıp veremediği olmadığı hâlde, artık ifadeler değişmiş, PK’nın ve yöneticilerinin dinsizliği, Zerdüştlüğü, kendilerini “peygamber”, “ilâh” ilân edişleri, her platformda söylenir olmuştu. Ak Parti, PKK’ya “dinsiz” diyor ama, dinsizliklerini açık açık söyleyen “sol libaral” lerle kafa kafaya vererek “günah”a batmakta bir beis görmüyor.
(Parantez içi: Neo-İslâmcılarımız hâlâ, “dinsizim” diyen sol liberallerle aynı yatağa girip günah işlemeyi, “rejimle mücadele”nin “ayet”i görmekten, arada yan döner gibi yapsalar da, kendilerini beriye çekmediler/çekemediler. Not içinde notum: “Müslümanım” diyen insanların bu işbirliği kanıma dokunuyor!)
Evet, geçmişe dönüp bakıyorduk... Oylarına talip olunan ve bütün argümanları kullanılan o “milliyetçi” parti, fiilen de bitirilmek için, kelimenin tam anlamıyla öyle bir “tezgâh” kuruldu ki, ilk şaşkınlıkla insanlarımız küçük dillerini yuttular, sonra uyandılar ve “Böyle de olmaz ki...” deyip, Ak Parti’nin hesabını altüst ettiler.
***
Dünkü yazıda, Ak Parti’nin “Dersim tartışması”ndan nereye varmak istediğini, siyaset bilimci Doç. Dr. Baran Dural tahlil ediyordu. Doç. Dr. Dural, “Ne var ki, MHP’nin parlamentoda yer alarak sağ oyları dağıtması, bir yandan ‘sert hâkim parti’ sisteminin ‘yumuşak hâkim parti’ anlayışına evrilmesi, diğer yandan BDP’nin beklenenin üzerinde parlamenterle TBMM’de varlık göstermesi sonucunu yarattı” dedikten sonra “Bu aritmetik, ‘ustalık dönemi’ beklentisi içinde olan iktidar partisinin, tarihinin en çetrefilli- zor Meclis’iyle yüzleşmesini beraberinde getirdiği” ni belirterek şu örneği veriyor:
ABD’li siyaset bilimci Putnam’a, Nobel ödülünü kazandıran, ‘çok boyutlu oyun’ kuramına geliyoruz. Çok basit olarak kuram bir siyasal hareket- organizasyonun yaşaması için salt dış- iç desteğin yetmeyeceğini, ipleri elinde bulundurmak isteyen grupların politikalarına hem dış hem de iç destek bulmalarının şart olduğunu savunuyor.
ABD’nin, küresel enerji hattındaki en temel ‘uygulayıcıları’ndan biri izlenimini veren siyasal iktidar, sadece dışarıdaki desteğin yetmeyeceğini biliyor.
Doç. Dr. Baran Dural çok önemli bir noktaya temas ediyor. “Dış destek” sağlayan Ak Parti, “iç destek”te eksiklik görüyor: Aldığı oyla, kamuoyu hissiyatı arasındaki dengesizlik... Bu dengesizliği oranlamak için bir başka “oyun”a geçiyor. Doç. Dr. Dural’a göre o “oyun” şu:
“Bugüne dek gerek CHP gerekse MHP’nin ‘iç- dış paydaşlara eşit önem verme zaafı’nı gözlemleyen AKP, eksikliğini hissettiği ‘iç desteği’, yakın tarihe vurmak, resmi tarihi karalamak ve hâkimiyeti altında tutabileceği yeni bir siyasal kodlamaya ülkede işlerlik kazandırmakla ulaşmayı hedefliyor. Zira MHP’nin güçlü bir şekilde varlığını koruduğu bir siyasal atmosferde AKP’nin, bırakın tüm Türkiye’yi, sadece Türk sağını bile temsil etmeye yetecek gücü- kudreti bulunmuyor. Toplumsal yapı mühendisliği, yüzde 50’lik bir kuvvetin tek başına hâkimiyet kurmasını kaldırmayacağı gibi AKP’nin küresel dönüşümler ışığında ülkenin siyasal atmosferini yapılandırabilmesi için en azından söylemsel olarak yüzde 70’i tek başına temsil etmesi gerekiyor. Mademki, MHP sağın yüzde 70’lik payından çalıyor, o zaman iktidarın şiddetle gereksinim duyduğu desteği diğer paydaşlardan çekmesi, onları ‘soğurması’ gerekiyor.”
Sonra devam edeceğiz.