Adalet terazisinin dengesi
"Adalet Hanım"ın gözü açılmalı, demiştim.
Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk şu notu gönderdi:
"Bugünkü yazınızı okudum ve geçmişe dalıp gittim. Aslında adalet tanrıçasının gözünde bant yoktur. Bantlı tanrıça bizim icadımızdır.
Yargıtay'daki heykel ve resim de ne yazık ki bantlı. Birçok hukuk fakültesi ve adliyede de böyle. Bu bizi ele veren bir durum. Çünkü yanlış ve biçimsel adalet anlayışının bir yansıması. Oysa adalet içeriklidir ve yargılama bir körebe oyunu değildir.
Evet, bantlı tanrıça adalet ve yargılama bilincimizin yeterince oluşmadığının kanıtıdır."
Sami Selçuk Hoca, sonra "Adalet Tanrıçası'nın Gözündeki Bant Açılmalı..." başlıklı makalesini yolladı. 27 Eylül 1972'de Milliyet'te yayımlamış. 1990'da çıkan "Çürütmeler" kitabına (Tekin Yayınevi) da almış.
"Adalet"in şartlarını ortaya koyan makaleden notlar:
"'Yasa', 'Barış' ve 'Hakkaniyet' adlı üç kızın annesi ve Jüpiter'in karısı olan Adalet Tanrıçası'nın Atina Ulusal Müzesi'ndeki heykelinin gözleri açıktır. Gerçek böyleyken, hukukçularımızın çoğu, deyim yerindeyse, 'tarafsızlık ve adalet fetişizmi' içinde, bu Tanrıça'nın gözlerini zoraki bir bantla bağlamışlardır. Oysa, yargıcın tarafsızlığı demek, çağdaş anlayışa göre, yargıladığı suçluyu görmemezlikten gelmesi demek değildir. (...)
Klasik okuldan esinlenen ceza hukukumuzun mermeriyle yoğrulan hukukçularımızı, özellikle yargıçlarımızı, soyut kuralların uygulayıcısı, soyut cezaların dağıtıcısı durumuna düşüren asıl neden, ceza ve usul yasalarımızın felsefeleridir. Bu dogmatik anlayış ise, kriminolojinin verilerinden esinlenen ve uygarlığın moral değerleri üzerine kurulu çağdaş ceza hukuku uygulamasına ters düşmektedir. Çünkü, Merle'nin dediği gibi, 'Yeni klasik okul, Adalet Tanrıçası'na terazisini ve ağırlık ölçülerini vermiştir. Ama yıllarca suçlunun kişiliğini tanımayı engelleyen gözlerindeki bandı çözememiştir'.
Bugün uygar ülkelerin çoğunda bu bant çözülmüştür, artık... (...)
Kısaca, 'Suçlunun kişiliğine göre cezanın kişiselleştirilmesi; bizi, yargılamak zorunda olduğumuz insanı, suçun işlenmesine katkıda bulunabilen toplumsal, ruhbilimsel, biyolojik ve kriminolojik ögelerle birlikte ele almaya zorlamaktadır'. İnsandan yana bir ceza adaletini gerçekleştirmek istiyorsak, kişilik dosyasını karar yargıcının önüne getirmek zorundayız. Yargıç, önüne getirilen kimsenin suçlu da olsa bir insan ve kişiliği bulunduğunu, Olof Kinberg'in deyimiyle, kişiliğin, öznenin tepkisel eğilimlerinin matematik bir bileşkesi ve toplamı olup; organizma ile kişiliğin, kişilikle çevrenin birbirlerinden ayrılamayacağını unutmamak zorundadır. (...)
Kaldı ki, suçlulukla savaş ve ceza adaleti sorunları, hukuksal formüllerle değil, bilimsel verilere dayanılarak çözümlenir. Soyut kurallarla insancıl bir ceza adaleti yaratılamaz."
Kılı kırk yarmalıyız. Kimsenin aklına "Adalet var mı?" sorusunu getirtmemeliyiz.
Biliyoruz, olağanüstü şartlardan geçiyoruz. Ama bu şartlar "Adalet Hanım"ın terazisinin bir tarafını ağdırmamalıdır. Maalesef çok şikâyet geliyor. "Adalet Hanım", gözü bantlı olduğu için neyi ağdırdığını göremiyor. Bandı açsak bile acaba, yeni rejimde/sistemde, "yukarı"dan nasıl işaret geleceğini beklemeden "adalet" diyebilecek miyiz?
Bunu da düşünmemiz lâzım.