27 Mayıs'tan 28 Mayıs'a... Büyük değişim (2)

Bugün 27 Mayıs... 27 Mayıs 1960 Darbesi'nin 63. yıldönümü. Yarın 28 Mayıs; seçim. Ya "Tek Adam" yönetimi devam edecek, her şey değişecek, ya "Tek Adam" seçimi kaybedecek, "demokrasi"ye geçiş için ilk adım atılacak.

Önceleri Ankara'ya gittiğimde, Tarım Bakanlığı tarafındaki Tunus Caddesi'nin başlangıcında bulunan Köprülü Apartmanı'nın 4. dairesine uğrardım. Bu dairede Demokratlar Kulübü vardı. Eski Demokrat Partililer burada bir araya gelirlerdi.

Köprülü Apartmanı, DP'nin kurucularından ve o dönemin Dışişleri Bakanlarından Ord. Prof. Mehmet Fuad Köprülü'nünmüş. Köprülü, siyasî kimliğiyle değil, daha çok ilmî kimliği ile tanınır. Demokratlar Kulübü'nün bulunduğu daire, Köprülü'nün kızı Beyhan Köprülü tarafından kulübe eşyalarıyla birlikte bağışlanmış. Kulübün duvarlarında Köprülü ve Demokrat Partililere ait resimler asılıydı.

O sıra Prof. Dr. Rıfkı Salim Burçak Demokratlar Kulübü'nün başkanıydı. Kendisiyle bu dairede görüştüm. İdamların İçyüzü kitabını hediye etti.

27 Mayıs 1960 Darbesi'nin 63. yıldönümünde, dönemi yaşamış, cefa çekmiş, geriye bakınca hatalarını görmüş siyasetçi ve ilim adamının anlattıkları yol gösterici olacaktır. Ben sordum o cevaplandırdı. Mülâkatımızı içinde bulunduğumuz girdabı dikkate alarak değerlendireceksiniz.

- İhtilâl sizce nedir, ne anlama gelir?

- Bazı memleketlerde, tarihte de görüldüğü üzere, halkın büyük bir çoğunluğunun ayağa kalkarak iktidarı devirmesi ve iktidarı ele alması anlamına gelir. Fransız İhtilâli de Bolşevik İhtilâli de, Mısır İhtilâli de böyledir. İhtilâller hep böyledir.

- İhtilâl sizce bir zaruret midir?

- Aslında Türkiye'de 27 Mayıs 1960'ta yapılan bir hükûmet darbesidir; ihtilâl değildir. Darbeden çok kısa zaman sonra, iki hafta sonra anlaşılmıştır ki, önceden de biliyoruz ya, biz yoğun bir propagandaya hedef olmuşuz. 27 Mayıs'ta darbeye maruz kalan Adnan Bey hükûmeti, aslında memlekete yapmış olduğu hizmetlerle, milletin sevgisini üzerinde toplamış bir iktidardı. Ama, buna paralel müthiş bir propagandaya hedef olmuştu.

-Propagandaya hedef olması için bir sebep olmalı...

-Demokrat Parti'nin görüntüsüne tercih edilmiştir ihtilâl. Aslında ihtilâl yapılması için ortada ciddî sebepler mevcut değildi. Görünürde 1960 baharında Demokrat Parti'nin bazı hataları olmuştur.

-Bu hatalar nelerdir efendim?

-1956'da [1955 olacak. A.T.] içimizden bir kısım Demokrat Parti milletvekilleri ispat hakkı istediler. Yani bir bakan hakkında bir gazeteci hakaretamiz bir şey yazarsa, bakan da onu mahkemeye verirse mahkeme ispat hakkı ister. Bakan: "İspat etsin" demezse o noktaya giremez mahkeme, mahkûm eder onu. Bize gelen Demokrat Parti'ye intikal eden buydu. Propaganda hakikatten çok daha kuvvetlidir. Bunu her zaman gördük... Gençler bana: "Siyasete girelim mi?" diye sordukları zaman: "Girin" diyorum... Darbe, ihtilâl sizi yıldırmasın. Bu bir memleket hizmetidir; giriniz ama propagandayı biliyor musunuz? Kendi hakkınızda propaganda yapabiliyor musunuz? Sizin aleyhinizde muarızlarınız tarafından yapılan propagandayı tersine çevirme yollarını biliyor musunuz? Bunları biliyorsanız girin, yoksa girmeyin politikaya, diyorum. Bu itibarla bize dedikodu ve propaganda çok tahribat yaptı. Hatalar neler, diyordunuz... Allah rahmet eylesin Adnan Menderes ispat hakkına yanaşmadı. Ortalığı hırsızlık almış yürümüş de ispat hakkı istiyorlar da vermiyor muyum, hayır, böyle bir şey yok... Yalnız matbuat her zaman seviyeli bir rol ifa etmemiştir. Matbuatın çok zararları olan zamanlar olmuştur.

-Yani Demokrat Parti'nin bir hatası var burda...

-Yapılan propagandayı tersine çeviremedi. İspat hakkını vermeliydik. Ne diyor? Falan bakan devlet nüfuzunu suiistimal ediyor... Buna, etmemiştir, sana ispat hakkı vermem, demek normal değil. Bunu demeyişinin se­bebini, ben yakından biliyorum, matbuatın dilinde o kadar karıştırıcı bir vasıta olur ki, seçime üç ay kala iki bakan hakkında büyük puntolarla bir yazı: "Falan bakanlar devlet nüfuzunu suiistimal etmişlerdir, ispat hakkı versinler, ispat edelim" diye yazar, yazar, ya­zar... Siz dava açsanız, dava neticelenmeden seçim gelir geçer. Sonunda beraat et­seniz neye yarar?.. Sizin temizliğiniz ortaya çıksa, seçimi kaybediyorsunuz. Memleketimizde ispat hakkı namuslu­ca kullanılacak olsa hay hay; ama iğ­birarla, hissî sebeplerle muhalefet ya­panlar da vardı.

*

Merhum Rıfkı Salim Burçak'ın, görüşmemde, üzerinde durduğu "ispat hakkı" meselesini biraz açalım. Bugünle de benzer noktaları var.

9 Mart 1954'te kabul edilen "Neşir Yoluyla veya Radyo İle İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun"un 1. maddesi büyük tartışmalara yol açtı. Bu maddeyle basın yayın hürriyeti kısıtlanıyordu. Bir gazeteci birini suçluyor, mahkemeye veriliyor, gazeteci ben suçladığım kişinin suçunu ispat ederim, dese, delillerine itibar edilmiyordu. Basın hürriyeti sınırlandırılıyordu.

Demokrat Parti'yi kuranlar, 1940'lı yılların ikinci yarısında basın hürriyeti için de mücadele vermişler, bu mücadeleleri onları 14 Mayıs 1950 seçimiyle iktidara taşımıştı.

Adnan Menderes Hükûmeti'nin "ispat hakkı"na yanaşmaması, kendi içinde de büyük tartışmalara yol açtı. 19 milletvekili ayrılarak 20 Aralık 1955'te Hürriyet Partisi'ni kurdu.

DP döneminde geriye gidişi hızlandıran, darbecilere koz veren "ispat hakkı"nın tanınmamasıyla "Tek Adam" rejimi arasında benzer noktalar var.

"Tek Adam" rejiminde, ispat hakkı var ama, çoklukla savcılar ve hâkimler kararlarını güçlüden yana veriyorlar. Şu zamanda çok tartışılan bir mesele. Eğer iktidar lehine bir karar çıkmazsa, hâkimler, savcılar, istemedikleri yerlere tayin ediliyorlar. İstikbâlleriyle de oynanıyor. Bütün şartları uygun olsa dahi yükselemiyorlar.

2018'de yeni rejime geçildi. Cumhurbaşkanı hem parti başkanı hem cumhurbaşkanı oldu. Bu dönemde "Cumhurbaşkanına Hakaret" suçundan dava açılanların sayısı akıl almaz bir rakam. 16 bini geçiyor. Bunun 1300'den fazlası çocuk.

*

Yarınki cumhurbaşkanı ikinci tur seçimi, hürriyetler için de büyük önemde.

Yarın son bölüm.

Yazarın Diğer Yazıları