1990’larda Saraybosna şimdi ise Gazze
Saray’ın İletişim Başkanlığı alınmasın, Recep Tayyip Erdoğan’ın tayyaresine seçilmiş gazetecileri doldurup, bir de tayyarede gazetecilerin sorularını cevaplandırdı haberi yaptırmaları bana çok gülünç geliyor.
Birer de fotoğraf yayınlıyorlar. Hep belli gazeteciler. Hiç değişmiyor. Uzun bir masa etrafına dizilmişler. Masa üstünde telefonları. İletişimciler, hiç olmazsa, önlerine birer kalem, birer kâğıt koysalar. Teknoloji bizim ilk gazetecilik yıllarımızın çok çok ötesine geçti. İmkânlar sınırsız. Telefon aynı zamanda kayıt cihazı... Kabul. Ama insan not almak ister. Soru hazır, cevap hazır. Kâğıda ne gerek! Haklılar!
3 Şubat 1994’te Başbakan Tansu Çiller’in, Pakistan Başbakanı Benazir Butto ile Saraybosna ziyareti tarihî olaydır. Çok gazeteci bu ziyareti takip edebilmek için değişik yollar buldular.
Seçilmiş gazeteci değildik! Kim isterse başbakanın takip ederdi. Ben meselâ, Hırvatistan-Zagreb, Slovanya-Lübliyana, İtalya - Roma üzerinden Saraybosna’ya geçtim. Üstelik devletin Anadolu Ajansı muhabiriyle birlikte hareket ettim. Savaşın ortası tabiî... Zorluklar çok fazlaydı. Başbakanlar Saraybosna Havaalanı’na indiklerinde TRT kameramanı, Anadolu Ajansı’nın muhabiri ve ben vardım. Havaalanının Sırplarca çevrildiğini, silahların her an patlayacağını biliyorduk. Diğer gazeteciler Saraybosna’da bekliyorlardı. Biz iki gazeteci tesadüfen, ABD kargo uçağıyla başbakanların gelişinden bir saat önce havaalanına inmiştik. Bombaların altında gazetecilik yapıyorduk. Şimdi gazeteciler, İsrail’in Filistinlileri katletmesini bombalar altında takip etmeleri gibi.
Saraybosna, bir tünelden soluk alabiliyordu. Gazze de tünel ağıyla örülü. Yoksa başka nasıl soluk alabilir?!
Niye anlattım bunları?
Sırpların Saraybosna’nın etrafını çevirip mütemadiyen bombalamaları gibi, İsrail vurdukça vuruyor.
Saraybosna’da, şimdi ismini zikretmeyeceğim, bildiğiniz bir gazeteci. Bir yardım kuruluşunun temsilcisi olarak Saraybosna’daydı. Gece onun evine giderken bomba tepemizi sıyırıp geçti. Kendimizi yere attık. Belki de gazeteci arkadaşın tecrübesiyle kurtulduk.
Bir tehlike daha atlatmıştım. Dönüş için sabahın köründe Saraybosna Postanesi arkasında bir yere gitmek gerekiyor.
“Savaşın Ortasında Saraybosna” başlıklı dizi yazımdan aktarıyorum:
“Sabaha yakın en koyu karanlıkta taksici bizi kaldırıyor. Ne kadar kestirdik? Bir-iki saati buldu mu bilmiyorum.
Taksici beni aldı. Şehrin biraz dışında postanenin ardında bir yere bırakacak. Oradan BM’nin zırhlı araçlarına bineceğiz ve havaalanına gideceğiz. Taksici beni bir yere getirdi: “Şuradan tel örgülerin ardını dolaşacaksın” dedi. Eliyle de işaret etti. Ben, arabadan indim. Ama tedirginim. Yolu bulabilecek miyim? Çünkü bir tarafta da Sırplar varmış. Ne tarafta olduğunu bilmiyorum. Yamaçlardan makineli tefek sesleri mütemadiyen yankılanıyor. Toplar gümbürdüyor...
Ben yolu şaşırıyorum. Tel örgüler nerede?... Sağ tarafa mı gidecektim, sol tarafa mı? İleride birtakım hareketler... Müslümanlar mı acaba, Sırplar mı?
Yerimde çivilendim. Her şey aklımdan uçup gitti. Beni BM askerlerinin yanına götürecek yön neresi? İçimden dua edip hareket eden karaltılara doğru yürümeye başladım. Kimler onlar? Ya Sırpların eline düşeceğim ya bir kör kurşuna gideceğim ya Müslümanların tarafına geçip selâmete ereceğim...
Karaltılara yaklaştım:
- Selâmünaleyküm.
- Aleykümselâm.
Ohh... Doğru yere geldim!”
Neden bunları yazdım? Ona sonra geleceğim.