1940'lı yıllarda din tartışmaları (3)
Falih Rıfkı Atay'ın Pazar "Konuşmaları 1941-1950" kitabında yer alan "Din" başlıklı yazısındaki 1940'lı yılların din tartışmalarının son bölümünü veriyorum.
"Yeni mekteplerde yeni din kılavuzları yetiştireceğiz. Bunlara layisizmin gerçek mânası ne olduğunu öğreteceğiz. Bunlar cehalet karanlığını gidermeğe uğraşacaklar. Fakat bugünkü taassub ve şeriatçiliğe karşı mücadele açtıkları zaman çok eskiden beri görüldüğü üzere, zındık olmakla suçlanmıyacaklar mıdır? En kestirme yollardan biri de tekmil memleket çocuklarının müsbet ilim temellerine dayanan ilkokul terbiyesinden geçmeleridir. Taassub ve şeriatçilik bunun da önüne geçmek üzere eski sübyan mekteplerini çoğaltmakta, halk çocuklarından büyük bir kısmının kafalarını körletmekte değil midir? Nihayet mektep ve terbiye dâvası bir nesillik, iki nesillik bir şeydir. Bir müddet, eğer bugünkü serbestlik halinde bırakılırsa, taassub ve şeriatçiliğin Türkiye'yi alabildiğine geriletmesine ve geriliğin, mahvolmağa kadar, bütün felâketlerini göstermesine kâfi değil midir?
Din ve mukaddesat ile oynamak, dinsiz, imansız ve insafsız sokak politikacılarına kolay gelmektedir. Bugün kimin işine yararsa, o, yakın ve uzak tehlikelerini düşünmeksizin, bu silâhı kullanmaktadır. Bunlar ne bu memlekete, ne de bu millete acımaktadır. Bunlar yalnız kendi sefil ve gündelik çıkarlarını düşünmektedirler.
Bazıları din hürriyetiyle, vicdan hürriyetile, taassup ve şeriatçılık diktacılığını birbirine karıştırmaktadırlar. Niçin bir soysuz bu halka eroin satmakta serbest değildir de sinemaya gidenin cehenneme gideceğini telkin etmekte serbesttir? O beyaz zehirle bu yeşil zehir arasında ne fark vardır? Eğer bizi milletvekili seçtirecek olsa veya gazetemizi iki misli sürdürecek olsa eroin kullanmanın da demokratik hürriyetler arasında olduğunu iddia edecek miyiz?
Din dâvası yoktu ve yoktur. Medeniyet dâvası vardı ve vardır. Yakın vilâyetlerimizden birinin merkezinde kelli felli efendiler yakından tanıdığım bir millî eğitim müfettişine, çocukları ilmihal hocasından hilkat sırrını öğrenirken, onun öğrettiğine uymaz bilgiler veren derslerin niçin okutulduğunu sormuşlardır. Daha 1870'ten önce bir sarıklı din adamı yazı ile dinin hiçbir münasebeti olmadığını, yazı işinin sadece bir akıl işi olduğunu iddia etmişken bugün bir çok yobazlar taraf taraf çocuklarına yeni yazıyı öğretenin müslümanlıktan çıkacağını söyleyip durmaktadırlar.
Din meselesinde, ana meselede, gerçek ve tek meselede halledilecek hiç bir şey kalmadığına göre bunları önleyecek çare, din ve mukaddesat tahrikçiliğini gayet açık bir formüle bağlayarak kat'î bir yasak altına almaktır. En ileri hürriyet rejimleri dahi, milletlerin maddi mânevi sağlıkları bakımından koruyucu tedbirler almakla vazifelidirler. Ne hacet, komünistliği biz de yasak etmiyor muyuz? Niçin komünistleri telkinlerinde serbest bırakmıyoruz? Bunlar bir çok memleketlerde serbest değil midirler?
Halkın saf ve temiz din ve mukaddesat bağlılığını, vicdan ve tefekkür hürriyetleri aleyhine, medeniyet ve ilim aleyhine, bu milletin kurtuluşu aleyhine bir öldürücü ağuya çeviren dinsiz imansız şuursuz ve insafsız cahil veya suikastçıların, en koyu bolsevik ajanlarından daha az zararlı olmadıklarına inanalım. Bir defa buna inanalım, ötesi kolay!"
Niye bunları aktarıyorum? Bilerek konuşalım, bilerek tartışalım." (BİTTİ)